K E M A H
Kalbimin bir parçasını Anadolu’nun “kültürel odak noktası” Kemaliye’de bıraktıktan sonra yol, Kemah’a uzanıyor
Tarlalar gökkuşağı gibi... Renk renk çiçekler, bir süre sonra kıraç dağlar, ardından yeşilin her tonu, göğe yükseliyorum!
Yine aynı dokudaki evlerin olduğu olduğu Bağıştaş Köyü’nü geçince, Kemaliye’ye 29 kilometre uzaklıkta bir kavşak noktası... Sağ taraftaki yol Sivas’ın Divriği, diğeri de Erzincan’ın İliç ilçesine gidiyor, yani benim rotam.
Artık, durgun sularıyla Karanlık Kanyon epey geride kaldı. Yanıbaşımdaki Fırat ise biraz çamurlu, köpüre köpüre akıyor. Üç tren köprüsünden sonra 40. Kilometreye gelince, Karasu’nun yanında, düz bir alana kurulu, 2400 nüfuslu İliç gözüküyor. Burada da aynı sivil mimarinin devamı olan evler var ama, sayısı parmakla gösterilecek kadar az!
İliç’in kökleri ise yeni...
Kuruçay adıyla, Kemaliye’ye bağlı bir bucak iken, 1938 yılında demiryolu geçince, eski eski yerleşim İliç’e taşınarak ilçe olmuş.
Köylerinde, çok sayıda höyük ve tarihi yapı kalıntıları bulunmasına rağmen bilimsel kazı ve araştırmalar yapılmadığı için pek çok eser gün yüzüne çıkarılamamış.
İliç’ten sonra tren ve su yolu köprülerini geçince, Sivas ve Refahiye yol ayrımları...
Kaleden yeşillikler içindeki Kemah
1630 rakımlı “Savaş Gediği Geçidi”, Çiğdemli Köyü, Bağırsak ve Atma Köprüleri, başı dumanlı Munzur Dağları, çok çok büyük bir alanı kapsayan tuz göletleri ve Kemaliye’ye 105 kilometre uzaklıkta, Altıncı Cumhurbaşkanımız Fahri Korutürk’ün doğduğu topraklar, Kemah’a geliyorum.
İlçenin girişinde Sultan Melik Türbesi ve Zaviyesi, yolun karşı tarafındaki kayanın üzerinde de Gözetme Kulesi var. Türbeye girmeden önce, yerel halk arasında “Melekşah” diye anılan, Sultan Melik’i tanıyalım.
Selçuklu Hükümdarı Alparslan’ın Anadolu’nun fethiyle görevlendirdiği Sultan Melik, 1071 – 1080 yılları arasında Kemah’la birlikte Erzincan, Divriği ve Şarki Karahisar bölgelerini egemenliği altına almış. Buralara da Oğuz Boyu’ndan (kendi soyu) gelen aileleri yerleştirmiş. Mengücek Beyliği’ni kurduktan sonra hükümranlığı 1228 yılına kadar sürmüş.
Erzincan ve ilçelerince Mengüceklere ait bir çok eser var ama, en önemlileri tuğla duvarlı, sekiz köşeli, iki katlı Sultan Melik Türbesi.
Eski bir mezarlığın içinde yer alan türbe iki katlı. Üstte, ibadetin yapıldığı küçük bir mescit, girişi ayrı kapıdan olan alt kat, çok alçak. Hatta sürünerek giriyorum!.
Burada da, sekizgen bir sütun ve Mengücek Beyi’nin “mumyası” ile birlikte beş mezar yeralıyor.
Bu bölüm, iki demir kapı ve asma kilitlerle koruma altında. Ancak, çok çabalamama rağmen görevli bulunamayınca, bu sevdadan vazgeçiyorum. Türbenin yanındaki penceresiz zaviye ise, dikdörtgen planlı. Burada da biri küçük, ikisi büyükçe iki mezar var. Eski zamanlarda kesilen kurbanlar burada pişirilip, ziyaretçilere ve fakirlere yedirilmiş. Bugün de aynı işlemin de devam ettiği söyleniyor ama, pişirme fazlı olmadan!
Ana yapısı taş, kapısı tuğla olan Behramşah Kümbeti, Melik Gazi’nin yanında, Sultan Melik Türbesi’nin 100 metre batısında da harap halde Anonim Türbe var!
Gözetleme Kulesi, Furat’ın sol tarafında, sarp ve dik bir kayalık kesimin uç kısmına yapılmış.
Sade yapı sekizgen planlı, iki katlı, iki pencereli, çatı örtüsü külah şeklinde.
Bir rivayete göre burası sadece gözetleme değil, yoldan geçenlerden para alınan bir yermiş.
Kemah'da eskiden kalan birkaç güzel evden biri
Kemah Kalesi ve Evliya Çelebi
Melekşah Köprüsü’nden geçerek şehre girince, yalçın kayalar üzerinde, Kemah’ı ve Karsu’yu kanatları altına alan, gökyüzünün komşusu kale, “bir hayli örselenmiş” heybetiyle karşımda.
Zamanında bedenleri büyük blok kesme taşlardan yapılan kale girişinin üst tarafında bir burç ( Yavuz Sultan Selim’in fethinden sonra yaptırılmış), bir kaç duvar ve hayvanların barınağı olan mağaralar kalmış. Halkın “Gavur Kızı Çardağı” dediği, kalenin yamacındaki eserden de geriye bir şey kalmamış.
Evliya Çelebi, kale ve Kemah için neler yazmamış ki:
“Kale eski kayserlerden (Roma, Bizans İmparatorlarına verilen san) biri tarafından yaptırılmış. Sonra Uzun Hasan’ın eline geçmiş ve Timur hücumuna uğramışsa da, dayanmıştır. Ama, 1. Selim, şehzadeliği sırasında Trabzon’da iken bir yolunu bulup, fethederek içine asker koymuştur. Sonraları Şah İsmail isyan ederek kaleyi eline geçirmiş, Sultan Selim tahta geçince Acem’e savaş açmış ve kaleyi almıştır.
Beşgen şeklinde, büyük ve güzel bir kaledir. Erzurum sınırında eşi benzeri yoktur. Kıbleye bakan kapısıyla, ondan içeri iki kat kapısı vardır. Üçü de, değerli taşlarla bezenmiş, dayanıklı demir kapılardır. İlk kapının iç yüzünde sağ ve solda ikişer tunç vardır. Boyları 27’şer karış olup, üç kantar ağırlığında gülle atar. Tuhaftır ki, böyle ağır acayip, kalkıp inmesi zor topları bu yalçın kayalar üzerine nasıl koymuşlardır.
İç kalede toprak örtülü 600 kadar bağsız bahçesiz ev vardır. Kale içinde kullanılmaz boş arazi çoktur. Hatta, boş olan yerler beş buğday anbarı vardır. İçi, Selim Han’dan beri prinç çeltiği ve darıyla doludur. Kuşatmada asker bununla idare eder.
Burada 11 mihrap vardır. Üçü camidir. Kale kapısından sonraki bey camisi çok büyüktür. Bunun dışındakiler tahta minareli olup, diğerleri mescittir. Kapının aşağısından, ta nehre kadar inen, kayadan kesme su yolu vardır. Kuşatmada buradan su alınır.”
Okuduğunuz gibi savunma alanında yok yok, ama şimdi hiç yok!..
Kale, hüznüyle yalnız başına kalırken, bu yüksek noktadan, bağlar ve bahçeler arasından süzülerek akan Tanasur Deresi, köpüre köpüre coşan Fırat’ın kolu Karasu, tarihi eserleriyle Kemah ve zirveleri karla kaplı azametli Munzur Dağı’nı seyretmek doyumsuz bir güzellik...
Gülabi Camisi ve Hamamı
Kaleden sonraki durak, çarşının tam orta yerindeki Gülabi Bey Camisi.
Bir kere, ahşap ve üzeri Kemaliye’deki gibi işlemeli kilit ve tokmaklarla süslü olan cümle kapısı öyle güzel ki, gözlerimi alamıyorum!..
Tavanı kalın kütüklerden oluşan cami, 12 ahşap sütunla, beş nefe ayrılmış. Bunlar da, ahşap kemerlerle birbirine bağlanmış. Mihrabın çevresi ise, Barok süslemeli.
Kare planlı, eğimli çatıyla örtülü yapı, 1454 yılında, Emir Gülabi Bey tarafından yaptırılmış. 18. Yüzyılda da onarılmış. Camiyle aynı adı taşıyan hamam, on metre ötede. Soyunma soğukluk, sıcaklık ve külhan bölümlerinden oluşuyor. Sıcaklık ortada büyük bir kubbe, eyvanlar beşik tonozla örtülü.
Tugay Hatun Kümbeti Eski kapı ve çocuklar
Tugay Hatun Kümbeti
Yine aynı bölgede, özel bir kişiye ait bahçenin içinde de, Tugay Hatun Kümbeti var. Mengücek Beyliği döneminden kaldığı sanılan iki katlı, kubbesi sivri yapı, kesme taşla yapılmış.
En güzel bölüm, çeşitli motiflerle süslü olan taç kapı. Selçuklu çizgileri taşıyan kümbette - diğerlerinde olduğu gibi - eskiden yemek pişirilir, fakirlere ve yolculara dağıtılırmış. Yine aynı bölgede Ali Baba, Midilli Baba türbeleri var ama, harap halde.
Taşdibi Kilisesi
Fırat’ın öte kıyısında, küçük mağara semtinde Taşdibi Kilisesi... Hiristiyanlığın ilk yayılma dönemlerinde, Tarsuslu Aziz Paulos’un müritlerinden Azize Aya Thakla’nın inşa ettirdiği sanılıyor.
Ana kaya oyularak yapılan ibadet yerinin ön kısmına sonradan, mihrabın üzerine rastlayan bölümü taştan olmak üzere, yarım kubbe örülmüş. Bina da süslenmiş. Orta çağın sonlarına gelince iyice viran olan kilise Ermeniler tarafından onarılarak, yeniden açılmış.
Daha sonraki tarihlerde yine terk edildiği için kubbelerin büyük kısmı yıkılmış. Duvarların sağlam olanın siyahla boyanmış zemininde Melek-Meryem Ana-İsa üçlüsünün freski var ama seçmek bir hayli zor!..
Ana kaya oyularak yapılan ibadet yerinin ön kısmına sonradan, mihrabın üzerine rastlayan bölümü taştan olmak üzere, yarım kubbe örülmüş. Bina da süslenmiş. Orta çağın sonlarına gelince iyice viran olan kilise Ermeniler tarafından onarılarak, yeniden açılmış.
Daha sonraki tarihlerde yine terk edildiği için kubbelerin büyük kısmı yıkılmış. Duvarların sağlam olanın siyahla boyanmış zemininde Melek-Meryem Ana-İsa üçlüsünün freski var ama seçmek bir hayli zor!..
Osmanlının sancaktarı
Biraz da, Kemah’ın kısa tarihi...
Geçmişi çok eskilere dayanan Kemah adına ilk kez, Hitit Kralı 1. Şuppiluliuma döneminde yazılan bir metinde rastlanmış. Bölge, stratejik konumu nedeniyle her zaman anahtar rol oynamış.
Malazgirt Savaşı’ndan sonra Mengücek Beyliği’nin ilk merkezi olan Kemah, sonradan sırasıyla Selçuklular, İlhanlılar ve Celayirlilerin eline geçmiş. Timur’un Anadolu seferi sırasında işgal edilmiş. Kısa bir süre Akkoyunluların yönetiminde yönetiminde kalmış. 1515’de Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından alınarak Osmanlı topraklarına katılmış. Bu dönemde Diyarbakır Eyelati’nin bir sancağı olmuş. Daha sonra ise, Erzurum Eyelati’nin Erzincan Sancağı’na bağlı kaza durumuna getirilmiş.
Soğuk Sular, Kemah'ta soluk alınabilecek en güzel köşe
Munzur’dan gelen Soğuk Sular
Meyve ve sebze bahçeleri arasındaki Kemah’tan anayola çıkınca, Fırat’a dik inen kireçtaşı kaya kütlelerinin üzerinde küçük küçük oyuklar var! Bunlar da, Hiristiyanlığın ilk dönemlerindeki kaya kiliseleri imiş.
Bu insancıklar hangi yoldan buraya çıkmışlar, yiyeceklerini nasıl taşımışlar, doğrusu akıl alır gibi değil...
Merkezden 1,5 kilometre sonra “Soğuk Sular”...
İşte burası, Munzur gözelerinden kopup gelen buz gibi suların , köpüre köpüre aktığı ferah bir köşe.
Sıcak yaz günlerinde Kemah’lların nefes aldığı ağaçlar arasındaki piknik alanında şelalenin suyunu biraz olsun dizginleyebilmek ve güzellik katabilmek için küçük bir gölet de yapılmış.
Ağaçların gölgesinde 15-20 kameriye ve masalar...
Kimi mangalını yakmış piknik yapıyor, çocuklar da suyun kenarında.
Hava çok sıcak, serinlemek için elimi suya sokuyorum ki, yandım Allah...
Su değil, saki buz!
Bu sakin limanda güzelliklere bakarak ruhumu dinlendirmeye çalışırken, piknik alanının işletmecisi önce çay sonra kahve ikram ediyor. Israrı, birşey yemem üzerine ama, yol uzun. Üstelik, güneşin ayrılık saatleri yaklaşıyor...
Sekiz yıldır bu güzel köşeyi işleten Yüksel Oktay, “Daha bu sular ne ki. Siz, esas Haziran da gelin. Eylül gelince yavaş yavaş çekilmeye başlar. Kasım ayında donar, taa Mayıs’ın sonunda buzlar çözülür. Çok soğuktur ama, kış hali de başka güzel olur.”
Soğuk Sular’dan çıktıktan 1 kilometre sonra tren yolu, tünel, Kemah Boğazı...
Ve estetik çizgileri ile tarihi taş köprü, vadiye dik inen yalçın kayaların arasından bulanık suların aktığı gizemli su yolu Acemoğlu Kanyonu...
İşte bu noktada, çok anlamlı bir anıt var!
22 Nisan 1996’da Zırhlı Tugay Komutanlığı İç Güvenlik Harekat görevine giden askeri araç köprüden Fırat’a uçunca 14 asker şehit olmuş. Bölgeyi mateme boğan bu acı olaydan sonra asırlık köprü takviye edilerek, yeniden trafiğe açılmış.
Bir süre Fırat’ın yanından giderken, daha sonraları dik rampalar, derin vadilerden geçerek, ilk yerleşimi Tunç Çağı’na kadar uzanan Erzincan’a giriyorum.
Kaynak : Cömert Toprakların Masalı : Doğu Anadolu
Tür : Gezi Tarih : 05.06.2012
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]
Tür : Gezi Tarih : 05.06.2012
[ Tüm yazılara ulaşmak için burayı tıklayınız. ]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder