HAYATININ SEKİZ GÜZEL YILI
18 Ocak 1933’te Cevat Çapan Darıca'da dünyaya geldiğinde Ethem Bey 48 yaşındadır. Oğluna düşkündür, yalnızca anılarıyla düş gücünü beslemekle kalmaz, onu yanından hiç ayırmaz. Ethem Bey’in arkadaşlarıyla rakı sofralarındaki sohbetlerde bile baba-oğul birliktedir.
Yıllar geçer, Cevat Çapan Darıca’da ilkokula başlar. Okuma yazmayı öğrenince kitap okuma sevdası da baş gösterir.
En çok Hz. Ali’nin ‘cenk’lerini okur, sonra “Tahir ile Zühre”, “Yusuf ile Züleyha” gibi halk hikayelerini. Bir de anne ve teyzesine okuduğu, dönemin ünlü yazarları olan Kerime Nadir’in, Güzide Sabri’nin, Muazzez Tahsin’in, Esat Mahmut Karakurt’un romanları vardır.
İlkokul bitince aile Cevat Çapan’ın gidebileceği iyi bir okul düşünmeye koyulur. Amcasının aklında Galatasaray vardır, babasının ise Robert Kolej. Robert’te karar kılınır ve aile 1945 yılında İstanbul’a taşınır.
Hayatının sekiz güzel yılını burada geçirecektir Cevat Çapan. Müzikle, tiyaroyla, dünya ve Türk edebiyatının hasıyla bu yıllarda tanışır.
Ortaokulda bir yandan Fuzuli, Nedim, Şeyh Galip’in şiirleriyle haşır neşirdir, aruzu öğrenir. Bir yandan da Yahya Kemal, Ahmet Haşim’in tadına varır. Türk şiirinin Garip akımıyla, Oktay Rifat, Melih Cevdet ve Orhan Veli’yle yeni bir döneme girdiği, Nâzım Hikmet’in yasaklı olsa da şiirlerinin elden ele gezerek okunduğu yıllardır bunlar.
Öykücülükte ise Sait Faik’in yenilikçi etkisi hissedilir. Henüz ortaokul sıralarında olan Cevat Çapan da bu verimli ve yenilikçi dönemin şairlerini yakından takip eder.
PARADOKSAL ŞİİRLER
Dünya şiiriyle kurduğu ilk yakınlık da Kolej yıllarına rastlar: Önce Robert Louis Stevenson, Walter Scott, Charles Dickinson. Sonraki yıllar ise Homeros’un “Odysseia”sı ve “Binbir Gece Masalları”...
Babasının serüvenleri, Darıca’daki çocukluk yılları, ilkokulda okuduğu halk hikayeleri gibi dünya ve Türk edebiyatıyla kurduğu bu yakınlık da hiç kuşkusuz onun şiirine yön verir. Bu nedenle A.S. Byatt, Cevat Çapan’ın şiirinin kişisel olanı, gelenekseli ve moderni bir arada barındırdığı üstünde durur:
“Cevat Çapan’ın şiirleri pek çok açıdan paradoksaldır: Eski ve geleneksel izlenimi verirler, oysa modernizmle belirgin bir bağları vardır. Kökleri Türk hayatında ve geleneklerinde olmasına karşın, aynı zamanda Avrupalıdır da. Bunun ötesinde belirli bir değeri olan bir dünya edebiyatının farkında olan şiirlerin o edebiyat içinde bir yeri de vardır. Bu şiirler hem kişiseldir, Çapan’ın ailesini, babasının hikayesini, çocuklarının adlarını konu alırlar, hem de eski öykü ve masallara özgü kişisellikten arınmışlık niteliğini taşırlar.”
Erdal Alova ise Çapan’ın dizelerindeki tonlamaya ve dramatik sese vurgu yaparak şiire gizlenmiş müziğine değinir:
“Hacı Arif Bey’i, Şevki Bey’i, Sadullah Ağa’yı hiç dinlememiş biri için, neredeyse olanaksızdır Cevat Çapan’ın şiirine girmek. Böyle biri kuşkusuz, bu şiiri anlayabilir, sevebilir, ama havasına tam anlamıyla giremez. Türk musikisinin makamları bir sis gibi gezinir Cevat Çapan’ın şiirlerinin arasında.”
TİYATRO TUTKUSU
Çapan’ın dizeleri arasında duyulan bu müzik boşuna değildir. Çapan’ın tamamına eremese de bir ‘müzisyenlik’ denemesi vardır. Ortaokul yıllarında komşuları olan Hüsnü Tüzüner’den santuri dersleri alır. Belediye Konservatuvarı’nın her salı akşamı Tepebaşı’ndaki komedi kısmında verdiği, Eyyubi Ali Rıza Şengel’in şefliğindeki Klasik Türk müziği konserlerini de hiç kaçırmaz.
Bu arada Talat Artemel’i Timon, İ. Galip Arcan’ı Apemantus, Hadi Hün’ü Alkibiades rolünde izlediği “Atinalı Timon”la tiyatroya düşkünlüğü de başlar. Sonra da Muhsin Ertuğrul’un başında olduğu ve her tiyatro mevsimini “Coriolanus”, “Kral Lear”, “Othello”, “Fırtına” gibi bir Shakespeare oyunuyla açan Şehir Tiyatroları’na sürekli gidecektir.
Bu tiyatronun dram kısmının da müdavimidir. Çapan’ın “İrlanda Tiyatrosunda Gerçekçilik”, “Değişen Tiyatro” kitaplarını yazmasında Şehir Tiyatroları’nda izlenen oyunların olduğu kadar Haldun Dormen, Engin Cezzar, Genco Erkal gibi tiyatrocuların da yetişmesine katkısı olan, Robert Kolej’in tiyatro kulübünün etkisi vardır.
Üstelik Cevat Çapan sadece seyirci olmakla kalmaz, oyunculuk da yapar aynı zamanda.
CAMBRIDGE YILLARI
Çeviriye olan ilgisini okuldaki çeviri dersleri pekiştirir. İlk çevirisini de, ilk şiirini de lise sıralarındayken yapacaktır Cevat Çapan: Carl Sandburg’dan çevirdiği iki kısa şiir 1951 yılında Varlık dergisi sayfalarındadır. Şiirleri ise önce Robert Kolej’in edebiyat dergisi “İzlerimiz”de okuruyla buluşur, sonra da ilk defa 1 Mayıs 1952 tarihli Varlık’ta.
Edebiyatla, tiyatroyla, müzikle yoğrulmuş bu genç zihin, James Joyce üzerine yazdığı bitirme teziyle liseden mezun olur ve evden edebiyat okumak için izin çıkmayacağını düşününce iktisat okumaya Cambridge Üniversitesi’ne gider. Ancak aklında ömrünü edebiyatla uğraşarak geçirmek vardır ve İngiliz Edebiyatı bölümüne kaydolur.
Çok geçmeden ünlü bir yazar olacak Slyvia Plath ve Plath’ın eşi, Çapan’ın şiirlerini çevireceği Ted Hughes ile aynı çatı altındadır; Antonia Byatt da o yıllarda Cambridge’tedir. Cevat Çapan, DNA’nın yapısını keşfeden Francis Crick ve James Watson’la da burada tanışır. Hocalarından biri ise 20.YY’ın en önemli edebiyat eleştirmenlerinden Francis Raymond Leavis’tir.
EN ŞANSLI SEYİRCİ
Fakat belki de Cevat Çapan’ın en büyük şansı, tiyatronun İngiltere’de ‘devrim’ yaptığı yıllarda Cambridge’te bulunmasıdır. 1955 yılında “Godot’yu Beklerken” Londra’da sahne alır, Çapan Cambridge’e gittiği ilk yıl içinde John Whiting’in “Marching Song/ Yürüyüş Türküsü”nü seyreder ve oyunu çevirmeyi aklına koyar. Cambridge yılları aynı zamanda John Osborne ve Arnold Wesker gibi İngiliz tiyatrosuna yön verecek genç oyun yazarlarıyla karşılaşma fırsatıdır da. Türkiye’ye döndüğünde bu öncü yazarlardan Wesker’in “Kökler” oyununu çevirir.
Kendisine ‘sinekeş’ diyen Cevat Çapan gibi bir sinema tutkunu için İngiltere’de bulunmak, aynı zamanda sinema tarihinin canlı tanığı olmaktır. Buster Keaton ve Chaplin’den Visconti, Renoir, Bergman, Kurosawa’nın filmlerine kadar dünya sinemasının temellerini kuracak filmlerin İngiltere’deki en tutkulu seyircisidir bu yıllarda Çapan.
Cevat Çapan, 1956 yılı gelip üniversite diplomasını eline aldığında henüz İngiltere’den gitmeye niyeti yoktur. Bir yıl daha kalır ve BBC Türkçe servisinde çalışmaya başlar. Böylelikle John Osborne gibi genç yazarların İngiliz tiyatrosunda yaptığı sarsıntının ve Lindsay Anderson, Karel Reisz gibi belgesel sinema yönetmenlerinin başlattıkları “Özgür Sinema” hareketinin İngiltere’de yarattığı etkinin havasını solur.
50 YIL BEKLEYEN PİYES
Bir yıl geçmiş ve artık memlekete dönme zamanı gelmiştir. Döndüğünde ise hemen askere gider.
Askerdeyken de boş durmaz Cevat Çapan. İngiltere’deyken “Yürüyüş Türküsü” oyununu seyredip çevirmeye karar verdiği John Whiting için Muhsin Ertuğrul’un Pazar Postası’nda “Onsuz bir İngiliz tiyatrosu düşünülemez” yazdığını okur. Oyunu derhal çevirip Muhsin Ertuğrul’a götürür.
Ertesi gün gazeteyi açıp baktığındaysa Muhsin Ertuğrul’un Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü görevinden alındığını okur. Yıl 1959’dur ve o gün bugün Whiting’in bu oyunu Devlet Tiyatrosu repertuvarında oynanmayı bekler.
Askerden dönünce Cevat Çapan’ın iş derdi baş gösterir. Şimdi ne yapacaktır? Sinemayla her zaman içli dışlı olan Çapan’ın aklının bir köşesinde sinemacılık vardır. Yeşilçam’da çalışmayı düşünür.
Hatta bir sinema önünde karşılaştığı, Robert Kolej’den arkadaşı Halit Refiğ’in “Beraber çalışalım, ben yakında bir film çevirmeye başlayacağım, asistanlık yapabilirsin, senaryo yazabilirsin” teklifine sıcak bakar. Ama aynı zamanlarda bir öneri daha gelir. Bu kez askerlik dönüşü tanıştığı Sabahattin Eyüboğlu “Niye üniversiteye girmiyorsun?” diye soracaktır. Ve bu öneri ağır basar, Cevat Çapan İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yıllarına ilk adımını atar.
İKİNCİ EVLİLİK
1960’ta İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde asistanlığa başlar. Böylelikle de İngiltere dönüşünden sonra önünde yepyeni bir hayatın sayfaları açılır.
Engin Cezzar’ın kardeşi Mine Cezzar’la yaptığı, kısa süren ilk evliliğinin ardından ikinci evliliğini asistanlık yaparken tanıştığı öğrencisi Gönül Sipahi ile yapar. 1962 yılında evlenir evlenmez İngiltere’ye bu sefer doktorasını yapmak için giderler. Doktora tezinde “İrlanda Tiyatrosu’nda Gerçekçilik”i ele alır. Tezi “Sağlık Yurdu” adlı oyununu da çevirdiği İrlandalı oyun yazarı Sean O’Casey ve John Millington Synge üzerinedir.
Bu arada bu iki yıl süresince Gönül Çapan da Cambridge Üniversitesi’nde okutmanlık yapar.
KARAGÖZ ADLARIÇok uzun zaman geçmeden iki kişilik aile büyür; “Yaşarken güzel adlar koydum çocuklarıma/ Nigâr, Leylâ, Alişan”...
Çocukları, bu güzel adları biraz da Cevat Çapan’ın Darıca’daki çocukluk yıllarından aşina olduğu Karagöz oyununun verdiği esine borçludur. Çapan, Darıca’da geçen çocukluk yıllarında, henüz küçücük nahiyenin tiyatroya, sinemaya ve elektriğe sahip olmadığı zamanlarda tanışır bu gölge oyunuyla.
Robert Kolej’de düzenlenen eğlence gecelerinde de Karagöz oynatır. Çok sonraları, 1972-1973 yıllarında ise Nurettin Sevin’in açtığı Karagöz kurslarına katılır.
Bir başka sefer de Londra Islington’da bulunan Angel Küçük Kukla Tiyatrosu’nda Hayali Cevat Bey, Karagöz ile Hacivat’ın gölgelerini perdeye düşürür. İngiliz seyircileri -özellikle de çocukları- Karagöz ve Hacivat’la tanıştırmak için.
İşte Angel Küçük Kukla Tiyatrosu’nun afişindeki adıyla ‘Hayali Cevat Bey’in Karagöz sevgisi, çocuklarının adlarına kadar ulaşır. Cevat Çapan, Nigar’ın Karagöz’deki Kanlı Nigar’dan, Leyla’nın ise Bursalı Leyla’dan mülhem olduğunu söyler “Uzaktan Yakına Cevat Çapan” adlı kitapta ve ekler: “Aslında Alişan’ın adının da Bebe Ruhi ya da Tuzsuz Deli Bekir olması gerekirdi. Alişan da doğudan esinlenmiş bir ad.”
EVDE KALMIŞ AKTÖR
Cevat Çapan’ın geleneksel Türk tiyatrosundan modern tiyatroya, oyunculuğa ve tiyatro çevirilerine yansıyan tiyatro sevdası, tiyatro bölümünde çalışma arzusuna dönüşür. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Bölümü’nde tiyatro bölümü kurulamayınca 1980’de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne (şimdiki adıyla Mimar Sinan Üniversitesi) geçer Çapan. Burada Sahne ve Görüntü Sanatları bölümündeki dersleri 1996’ya kadar sürer.
Bu arada Boğaziçi Üniversitesi’nde, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde, Marmara Üniversitesi’ndeki öğrenciler de onun güleryüzlülüğünden ve bilgilerinden nasiplerini alır.
1996’dan sonra ise Yeditepe Üniversitesi’nde altı yıl Fen-edebiyat Fakültesi’nde dekanlık, ardından İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde hocalık yapar.
Hocalık büyük bir keyiftir Cevat Çapan için. Kendi deyişiyle ‘evde kalmış oyunculuğunun dışa yansımasıdır’: “Hocalık aktörlüğe benzeyen bir meslek, tek kişilik gösteri yapıyorsunuz. Seyirci rolünde öğrenciler var. Kaçma seçenekleri yok.”
SABIRLI ÇEVİRMEN
Çevirmenlik ve hocalık ağır bassa da hayatında, şiir yazma tutkusu hep peşindedir. Yayımlanan ilk şiirinden sonra Yeditepe, Yücel, Seçilmiş Hikayeler dergilerinde aralıklı olarak şiirleri çıkar. Ancak özellikle İngiltere’ye gittiği yıllarda şiire pek el sürmez. Şiir yazma tutkusu ancak 1970’lerden sonra yine peşine takılacaktır.
Sabırlı davranarak, belki mükemmeliyetin peşinde koşarak ve çevirdiği ustalardan beslenerek 1985’te ilk şiir kitabı “Dön Güvercin Dön”e kadar bekler Cevat Çapan. İncelikli dilini ve ustalığını uzun yıllar çeviriyle okura ulaştırır.
HAS BİR ŞİİRBu ilk kitapla da hemen ertesi yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü alır. 1985’teki ilk şiir kitabının ise arkası kesilmez. 1989’da “Doğal Tarih”, 1994’te “Sevda Yaratan”, 2001’de “Ne Güzel Yolculuktu Aklımdan Çıkmaz”, 2007’de bütün şiirleriyle yenilerini bir araya getiren ve 2008 yılında Altın Portakal Şiir Ödülü’nü alan “Bana Düşlerini Anlat”, 2009’da ise “Ara Sıcak” buluşur okurla.
Cevat Çapan’ın şiirlerinin her bir dizesi şairin şiirsel ve entelektüel birikimiyle aydınlatılmış, hüznü ve umudu şiirin evrensel sesiyle dile getiren dizelerdir. Alaturka şarkılardan türkülere ve Divan edebiyatına, Shakespeare’den Melih Cevdet Anday’a, şairin belleğine kazınmış çocukluk anılarından geniş coğrafyalara uzanan has bir şiirdir Cevat Çapan’ın şiiri.
Erdal Alova “Tinsel kirlenmenin yaydığı küllerin üstüne sessiz bir kar gibi yağıyor Çapan’ın şiirleri” diyerek Çapan şiirinin yaydığı sessiz umudu hatırlatır. Bu yılki teması “Kültürlerarası Diyalogda Çeviri” olan 28. İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı Cevat Çapan çevirileriyle bu diyaloğa en çok katkıda bulunanlardan biri.
Şiirleri ise her yerdeki “tinsel kirlenmeye” direnen bembeyaz kar taneleri...
VAKİTLİCE ‘EV’LENMİŞ ÇEVİRMEN, ‘EVDE KALMIŞ’ ŞAİR
“Süper Baba” dizisinin ‘bilge şairi’ Cevat Çapan evde kalmış bir oyuncu olduğu gibi, yine kendi deyişiyle ‘evde kalmış bir şairdir’. İlk şiiri Varlık’ta çıktığında 19 yaşında bir gençtir, ilk şiir kitabı yayımlandığında ise 52 yaşında yaşını başını almış usta bir çevirmen. İlk şiir kitabını Edip Cansever’e ‘Yaşlı çevirmenin, genç şairin sevgileriyle’ diye imzalar.
Hayatının sekiz güzel yılını burada geçirecektir Cevat Çapan. Müzikle, tiyaroyla, dünya ve Türk edebiyatının hasıyla bu yıllarda tanışır.
Ortaokulda bir yandan Fuzuli, Nedim, Şeyh Galip’in şiirleriyle haşır neşirdir, aruzu öğrenir. Bir yandan da Yahya Kemal, Ahmet Haşim’in tadına varır. Türk şiirinin Garip akımıyla, Oktay Rifat, Melih Cevdet ve Orhan Veli’yle yeni bir döneme girdiği, Nâzım Hikmet’in yasaklı olsa da şiirlerinin elden ele gezerek okunduğu yıllardır bunlar.
Öykücülükte ise Sait Faik’in yenilikçi etkisi hissedilir. Henüz ortaokul sıralarında olan Cevat Çapan da bu verimli ve yenilikçi dönemin şairlerini yakından takip eder.
PARADOKSAL ŞİİRLER
Dünya şiiriyle kurduğu ilk yakınlık da Kolej yıllarına rastlar: Önce Robert Louis Stevenson, Walter Scott, Charles Dickinson. Sonraki yıllar ise Homeros’un “Odysseia”sı ve “Binbir Gece Masalları”...
Babasının serüvenleri, Darıca’daki çocukluk yılları, ilkokulda okuduğu halk hikayeleri gibi dünya ve Türk edebiyatıyla kurduğu bu yakınlık da hiç kuşkusuz onun şiirine yön verir. Bu nedenle A.S. Byatt, Cevat Çapan’ın şiirinin kişisel olanı, gelenekseli ve moderni bir arada barındırdığı üstünde durur:
“Cevat Çapan’ın şiirleri pek çok açıdan paradoksaldır: Eski ve geleneksel izlenimi verirler, oysa modernizmle belirgin bir bağları vardır. Kökleri Türk hayatında ve geleneklerinde olmasına karşın, aynı zamanda Avrupalıdır da. Bunun ötesinde belirli bir değeri olan bir dünya edebiyatının farkında olan şiirlerin o edebiyat içinde bir yeri de vardır. Bu şiirler hem kişiseldir, Çapan’ın ailesini, babasının hikayesini, çocuklarının adlarını konu alırlar, hem de eski öykü ve masallara özgü kişisellikten arınmışlık niteliğini taşırlar.”
Erdal Alova ise Çapan’ın dizelerindeki tonlamaya ve dramatik sese vurgu yaparak şiire gizlenmiş müziğine değinir:
“Hacı Arif Bey’i, Şevki Bey’i, Sadullah Ağa’yı hiç dinlememiş biri için, neredeyse olanaksızdır Cevat Çapan’ın şiirine girmek. Böyle biri kuşkusuz, bu şiiri anlayabilir, sevebilir, ama havasına tam anlamıyla giremez. Türk musikisinin makamları bir sis gibi gezinir Cevat Çapan’ın şiirlerinin arasında.”
TİYATRO TUTKUSU
Çapan’ın dizeleri arasında duyulan bu müzik boşuna değildir. Çapan’ın tamamına eremese de bir ‘müzisyenlik’ denemesi vardır. Ortaokul yıllarında komşuları olan Hüsnü Tüzüner’den santuri dersleri alır. Belediye Konservatuvarı’nın her salı akşamı Tepebaşı’ndaki komedi kısmında verdiği, Eyyubi Ali Rıza Şengel’in şefliğindeki Klasik Türk müziği konserlerini de hiç kaçırmaz.
Bu arada Talat Artemel’i Timon, İ. Galip Arcan’ı Apemantus, Hadi Hün’ü Alkibiades rolünde izlediği “Atinalı Timon”la tiyatroya düşkünlüğü de başlar. Sonra da Muhsin Ertuğrul’un başında olduğu ve her tiyatro mevsimini “Coriolanus”, “Kral Lear”, “Othello”, “Fırtına” gibi bir Shakespeare oyunuyla açan Şehir Tiyatroları’na sürekli gidecektir.
Bu tiyatronun dram kısmının da müdavimidir. Çapan’ın “İrlanda Tiyatrosunda Gerçekçilik”, “Değişen Tiyatro” kitaplarını yazmasında Şehir Tiyatroları’nda izlenen oyunların olduğu kadar Haldun Dormen, Engin Cezzar, Genco Erkal gibi tiyatrocuların da yetişmesine katkısı olan, Robert Kolej’in tiyatro kulübünün etkisi vardır.
Üstelik Cevat Çapan sadece seyirci olmakla kalmaz, oyunculuk da yapar aynı zamanda.
CAMBRIDGE YILLARI
Çeviriye olan ilgisini okuldaki çeviri dersleri pekiştirir. İlk çevirisini de, ilk şiirini de lise sıralarındayken yapacaktır Cevat Çapan: Carl Sandburg’dan çevirdiği iki kısa şiir 1951 yılında Varlık dergisi sayfalarındadır. Şiirleri ise önce Robert Kolej’in edebiyat dergisi “İzlerimiz”de okuruyla buluşur, sonra da ilk defa 1 Mayıs 1952 tarihli Varlık’ta.
Edebiyatla, tiyatroyla, müzikle yoğrulmuş bu genç zihin, James Joyce üzerine yazdığı bitirme teziyle liseden mezun olur ve evden edebiyat okumak için izin çıkmayacağını düşününce iktisat okumaya Cambridge Üniversitesi’ne gider. Ancak aklında ömrünü edebiyatla uğraşarak geçirmek vardır ve İngiliz Edebiyatı bölümüne kaydolur.
Çok geçmeden ünlü bir yazar olacak Slyvia Plath ve Plath’ın eşi, Çapan’ın şiirlerini çevireceği Ted Hughes ile aynı çatı altındadır; Antonia Byatt da o yıllarda Cambridge’tedir. Cevat Çapan, DNA’nın yapısını keşfeden Francis Crick ve James Watson’la da burada tanışır. Hocalarından biri ise 20.YY’ın en önemli edebiyat eleştirmenlerinden Francis Raymond Leavis’tir.
EN ŞANSLI SEYİRCİ
Fakat belki de Cevat Çapan’ın en büyük şansı, tiyatronun İngiltere’de ‘devrim’ yaptığı yıllarda Cambridge’te bulunmasıdır. 1955 yılında “Godot’yu Beklerken” Londra’da sahne alır, Çapan Cambridge’e gittiği ilk yıl içinde John Whiting’in “Marching Song/ Yürüyüş Türküsü”nü seyreder ve oyunu çevirmeyi aklına koyar. Cambridge yılları aynı zamanda John Osborne ve Arnold Wesker gibi İngiliz tiyatrosuna yön verecek genç oyun yazarlarıyla karşılaşma fırsatıdır da. Türkiye’ye döndüğünde bu öncü yazarlardan Wesker’in “Kökler” oyununu çevirir.
Kendisine ‘sinekeş’ diyen Cevat Çapan gibi bir sinema tutkunu için İngiltere’de bulunmak, aynı zamanda sinema tarihinin canlı tanığı olmaktır. Buster Keaton ve Chaplin’den Visconti, Renoir, Bergman, Kurosawa’nın filmlerine kadar dünya sinemasının temellerini kuracak filmlerin İngiltere’deki en tutkulu seyircisidir bu yıllarda Çapan.
Cevat Çapan, 1956 yılı gelip üniversite diplomasını eline aldığında henüz İngiltere’den gitmeye niyeti yoktur. Bir yıl daha kalır ve BBC Türkçe servisinde çalışmaya başlar. Böylelikle John Osborne gibi genç yazarların İngiliz tiyatrosunda yaptığı sarsıntının ve Lindsay Anderson, Karel Reisz gibi belgesel sinema yönetmenlerinin başlattıkları “Özgür Sinema” hareketinin İngiltere’de yarattığı etkinin havasını solur.
50 YIL BEKLEYEN PİYES
Bir yıl geçmiş ve artık memlekete dönme zamanı gelmiştir. Döndüğünde ise hemen askere gider.
Askerdeyken de boş durmaz Cevat Çapan. İngiltere’deyken “Yürüyüş Türküsü” oyununu seyredip çevirmeye karar verdiği John Whiting için Muhsin Ertuğrul’un Pazar Postası’nda “Onsuz bir İngiliz tiyatrosu düşünülemez” yazdığını okur. Oyunu derhal çevirip Muhsin Ertuğrul’a götürür.
Ertesi gün gazeteyi açıp baktığındaysa Muhsin Ertuğrul’un Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü görevinden alındığını okur. Yıl 1959’dur ve o gün bugün Whiting’in bu oyunu Devlet Tiyatrosu repertuvarında oynanmayı bekler.
Askerden dönünce Cevat Çapan’ın iş derdi baş gösterir. Şimdi ne yapacaktır? Sinemayla her zaman içli dışlı olan Çapan’ın aklının bir köşesinde sinemacılık vardır. Yeşilçam’da çalışmayı düşünür.
Hatta bir sinema önünde karşılaştığı, Robert Kolej’den arkadaşı Halit Refiğ’in “Beraber çalışalım, ben yakında bir film çevirmeye başlayacağım, asistanlık yapabilirsin, senaryo yazabilirsin” teklifine sıcak bakar. Ama aynı zamanlarda bir öneri daha gelir. Bu kez askerlik dönüşü tanıştığı Sabahattin Eyüboğlu “Niye üniversiteye girmiyorsun?” diye soracaktır. Ve bu öneri ağır basar, Cevat Çapan İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yıllarına ilk adımını atar.
İKİNCİ EVLİLİK
1960’ta İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde asistanlığa başlar. Böylelikle de İngiltere dönüşünden sonra önünde yepyeni bir hayatın sayfaları açılır.
Engin Cezzar’ın kardeşi Mine Cezzar’la yaptığı, kısa süren ilk evliliğinin ardından ikinci evliliğini asistanlık yaparken tanıştığı öğrencisi Gönül Sipahi ile yapar. 1962 yılında evlenir evlenmez İngiltere’ye bu sefer doktorasını yapmak için giderler. Doktora tezinde “İrlanda Tiyatrosu’nda Gerçekçilik”i ele alır. Tezi “Sağlık Yurdu” adlı oyununu da çevirdiği İrlandalı oyun yazarı Sean O’Casey ve John Millington Synge üzerinedir.
Bu arada bu iki yıl süresince Gönül Çapan da Cambridge Üniversitesi’nde okutmanlık yapar.
KARAGÖZ ADLARIÇok uzun zaman geçmeden iki kişilik aile büyür; “Yaşarken güzel adlar koydum çocuklarıma/ Nigâr, Leylâ, Alişan”...
Çocukları, bu güzel adları biraz da Cevat Çapan’ın Darıca’daki çocukluk yıllarından aşina olduğu Karagöz oyununun verdiği esine borçludur. Çapan, Darıca’da geçen çocukluk yıllarında, henüz küçücük nahiyenin tiyatroya, sinemaya ve elektriğe sahip olmadığı zamanlarda tanışır bu gölge oyunuyla.
Robert Kolej’de düzenlenen eğlence gecelerinde de Karagöz oynatır. Çok sonraları, 1972-1973 yıllarında ise Nurettin Sevin’in açtığı Karagöz kurslarına katılır.
Bir başka sefer de Londra Islington’da bulunan Angel Küçük Kukla Tiyatrosu’nda Hayali Cevat Bey, Karagöz ile Hacivat’ın gölgelerini perdeye düşürür. İngiliz seyircileri -özellikle de çocukları- Karagöz ve Hacivat’la tanıştırmak için.
İşte Angel Küçük Kukla Tiyatrosu’nun afişindeki adıyla ‘Hayali Cevat Bey’in Karagöz sevgisi, çocuklarının adlarına kadar ulaşır. Cevat Çapan, Nigar’ın Karagöz’deki Kanlı Nigar’dan, Leyla’nın ise Bursalı Leyla’dan mülhem olduğunu söyler “Uzaktan Yakına Cevat Çapan” adlı kitapta ve ekler: “Aslında Alişan’ın adının da Bebe Ruhi ya da Tuzsuz Deli Bekir olması gerekirdi. Alişan da doğudan esinlenmiş bir ad.”
EVDE KALMIŞ AKTÖR
Cevat Çapan’ın geleneksel Türk tiyatrosundan modern tiyatroya, oyunculuğa ve tiyatro çevirilerine yansıyan tiyatro sevdası, tiyatro bölümünde çalışma arzusuna dönüşür. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Bölümü’nde tiyatro bölümü kurulamayınca 1980’de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne (şimdiki adıyla Mimar Sinan Üniversitesi) geçer Çapan. Burada Sahne ve Görüntü Sanatları bölümündeki dersleri 1996’ya kadar sürer.
Bu arada Boğaziçi Üniversitesi’nde, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde, Marmara Üniversitesi’ndeki öğrenciler de onun güleryüzlülüğünden ve bilgilerinden nasiplerini alır.
1996’dan sonra ise Yeditepe Üniversitesi’nde altı yıl Fen-edebiyat Fakültesi’nde dekanlık, ardından İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde hocalık yapar.
Hocalık büyük bir keyiftir Cevat Çapan için. Kendi deyişiyle ‘evde kalmış oyunculuğunun dışa yansımasıdır’: “Hocalık aktörlüğe benzeyen bir meslek, tek kişilik gösteri yapıyorsunuz. Seyirci rolünde öğrenciler var. Kaçma seçenekleri yok.”
SABIRLI ÇEVİRMEN
Çevirmenlik ve hocalık ağır bassa da hayatında, şiir yazma tutkusu hep peşindedir. Yayımlanan ilk şiirinden sonra Yeditepe, Yücel, Seçilmiş Hikayeler dergilerinde aralıklı olarak şiirleri çıkar. Ancak özellikle İngiltere’ye gittiği yıllarda şiire pek el sürmez. Şiir yazma tutkusu ancak 1970’lerden sonra yine peşine takılacaktır.
Sabırlı davranarak, belki mükemmeliyetin peşinde koşarak ve çevirdiği ustalardan beslenerek 1985’te ilk şiir kitabı “Dön Güvercin Dön”e kadar bekler Cevat Çapan. İncelikli dilini ve ustalığını uzun yıllar çeviriyle okura ulaştırır.
HAS BİR ŞİİRBu ilk kitapla da hemen ertesi yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü alır. 1985’teki ilk şiir kitabının ise arkası kesilmez. 1989’da “Doğal Tarih”, 1994’te “Sevda Yaratan”, 2001’de “Ne Güzel Yolculuktu Aklımdan Çıkmaz”, 2007’de bütün şiirleriyle yenilerini bir araya getiren ve 2008 yılında Altın Portakal Şiir Ödülü’nü alan “Bana Düşlerini Anlat”, 2009’da ise “Ara Sıcak” buluşur okurla.
Cevat Çapan’ın şiirlerinin her bir dizesi şairin şiirsel ve entelektüel birikimiyle aydınlatılmış, hüznü ve umudu şiirin evrensel sesiyle dile getiren dizelerdir. Alaturka şarkılardan türkülere ve Divan edebiyatına, Shakespeare’den Melih Cevdet Anday’a, şairin belleğine kazınmış çocukluk anılarından geniş coğrafyalara uzanan has bir şiirdir Cevat Çapan’ın şiiri.
Erdal Alova “Tinsel kirlenmenin yaydığı küllerin üstüne sessiz bir kar gibi yağıyor Çapan’ın şiirleri” diyerek Çapan şiirinin yaydığı sessiz umudu hatırlatır. Bu yılki teması “Kültürlerarası Diyalogda Çeviri” olan 28. İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı Cevat Çapan çevirileriyle bu diyaloğa en çok katkıda bulunanlardan biri.
Şiirleri ise her yerdeki “tinsel kirlenmeye” direnen bembeyaz kar taneleri...
VAKİTLİCE ‘EV’LENMİŞ ÇEVİRMEN, ‘EVDE KALMIŞ’ ŞAİR
“Süper Baba” dizisinin ‘bilge şairi’ Cevat Çapan evde kalmış bir oyuncu olduğu gibi, yine kendi deyişiyle ‘evde kalmış bir şairdir’. İlk şiiri Varlık’ta çıktığında 19 yaşında bir gençtir, ilk şiir kitabı yayımlandığında ise 52 yaşında yaşını başını almış usta bir çevirmen. İlk şiir kitabını Edip Cansever’e ‘Yaşlı çevirmenin, genç şairin sevgileriyle’ diye imzalar.
Çeviri şiirin altın dönemiCevat Çapan ilk şiirini 1952’de yayımlamıştır yayımlamasına da, çeviri de büyük bir tutkudur onun için. “Başka bir dilde çok beğendiğiniz bir şiirin benzerini kendi dilinizde yeniden yaratmaya kalkmak çeviride ilk adımlar olabilir” diyecektir.
Çapan’ın bu ilk adımı daha ortaokul sıralarında attığını söylemiştik. Robert Kolej’de Carl Sandburg’la başlayan, Cambridge’de Cummings’le ilk filizlerini veren çeviriler 1960’lı yıllarda iyiden iyiye çiçeklenir. Bu arada 1950’li yıllarla birlikte Türkiye’de çeviri şiir altın yıllarını yaşar. Daha çok Fransız şiiri olmakla birlikte İngiliz ve Amerikan şairlerin şiirleri çevrilir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Tercüme dergisi şiir özel sayısı çıkarır. Orhan Veli’nin 16. yüzyıldan çağdaş şairlere uzanan “Fransız Şiir Antolojisi” elden ele dolaşır ve Can Yücel’in çevirileri gündemdedir.
Çapan da 1966’da Sappho’dan Mabeyinci Pavlos’a, Federico Garcia Lorca’dan Ezra Pound’a ve Cesare Pavese’ye uzanan; adını 18. yüzyıl İngiliz şairi Samuel Johnson’ın bir dizesinden alan “Çin’den Peru’ya” kitabı ile çeviride iyiden iyiye adını duyurmaya başlar. “Çin’den Peru’ya”dan sonra Sappho’nun şiirleri gelir. Memet Fuat’ın yönettiği Yeni Dergi’de Cevat Çapan çevirileriyle Seferis şiirleri yerini alır. Bu çevirileri gören Melih Cevdet Anday çok beğenir. Çapan Seferis’in şiirinin tamamını çevirip Memet Fuat’ın yönettiği De Yayınları’ndan “Destansı Öykü” adıyla yayımlar. Ve yıllar içinde arkası gelir kitapların: Yannis Ritsos’tan “Umarsız Penelope” (1974), Odysseus Elitis’ten “Çılgın Nar Ağacı” (1982), Elizabeth Bishop’tan oyun çevirileri... Cumhuriyet Kitap Eki’ndeki “Şiir Atlası” köşesi, antolojiler ve daha niceleri...
“Süper Baba” dizisinde Alim’e yol gösteren bilge şair
Öğrencilik yıllarında sahne tozunu yutmuş, sinemanın büyüsüne kapılmış Cevat Çapan, Cambridge Üniversitesi’ni bitirip İstanbul’a döndüğünde şansını beyazperdede de dener.
Hatta Atilla Tokatlı’nın sonradan yapımcısını batırıp arkadaşlar arasında “Denize İnen Sermaye” adını alacak tek filmi “Denize İnen Sokak”ta Boğaz’da sandalla gezerken fötr şapkasının peşinden denize uçan mirasyedi İstanbul efendisini denizden çıkaran serseri rolündedir Çapan. 1959 tarihli bu filmin başrollerinde ise Ulvi Uraz ve Sadettin Erbil vardır.
Filmin Lale Sineması’ndaki galası yapıldığında Cevat Çapan İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde asistandır. Ve seyirciler arasında öğrencileri de vardır. Onu üstünü çıkarıp denize atlar halde görünce salondan hem yuhalama hem de alkış sesleri duyulur.
“Süper Baba”nın bilge şairi
Çapan’ın oyunculuk deneyimi bu kadarla kalmaz. TRT’nin Mimar Sinan hakkında çektiği belgesel dramada, Kanuni Sultan Süleyman döneminin, öldürülen Şehzade Mustafa için yazdığı mersiyeyle dillere destan olmuş şairi Taşlıcalı Yahya’yı oynar. Kavuğuyla, kaftanıyla, sakalıyla tam bir Osmanlı şairidir. Haluk Kurdoğlu ise Mimar Sinan rolündedir.
Bu filmlerden sonra Çapan’ın ‘aranan bir oyuncu’ olması uzun sürmez. “Kurtuluş” ve “Kuruluş” filmlerinde Meclis başkanıdır. Başrolünü Şevket Altuğ’un oynadığı “Süper Baba” dizisindeki, yazar olmak isteyen Alim’e yol gösteren bilge şair rolüyle ününe ün katar.
Yavuz Turgul’un iki filmini de katar filmografisine. İlki 1992 tarihli “Gölge Oyunu”dur, diğeri ise sokaktaki adam olarak 28 saniye göründüğü 1996 yapımı “Eşkıya”...
Anadolu Ünivesitesi’ndeki görevi sırasında Ege ve Akdeniz’deki Eski Yunan ve Roma tiyatrolarıyla ilgili bir belgesel için senaryo da yazar: “Bir Sahnedir Dünya.” Levend Kılıç’ın yönetmenliği; Ayla-Beklan Algan, Mehmet Ulusoy ve Cevat Çapan’ın öğrencilerinin katkılarıyla Anadolu’nun açıkhava tiyatrolarıyla ilgili nitelikli bir belgesel ortaya çıkar.
‘İyi şeyler’ yayımlamak için kurulan yayınevi
Şair, çevirmen ve hoca Cevat Çapan, ‘iyi şeyler’ yayımlamak için Paul McMillen ile bir yayınevi de kurar: ‘90’lı yılların başında başlayıp sonuna kadar Rimbaud’dan Çuvaş şair Gennadi Aydi’ye, Ömer Hayyam’dan T.S Eliot’a kadar pek çok nitelikli şairi Türkiyeli okurla buluşturur İyi Şeyler Yayıncılık.
Ancak Cevat Çapan İyi Şeyler’den çok daha önce de yayın dünyasının içindedir. 1960’lı yıllarda çevirilerini yayımlayan Memet Fuat’ın De Yayınevi’ne sık sık uğrar. De Yayınevi’nden sonra ise Cengiz Tuncer’le Aydın Emeç’in kurdukları E Yayınevi’nde Türk şiirinin mihenk taşı olmuş şiir kitaplarının yayımlandığı kısa bir dönem editörlük yapar.
‘80’li yıllarda ise Adam Yayınları kurulurken genel yayın yönetmenliği teklifi gelir. Cevat Çapan ise, Fulbright bursuyla bir yıllığına Amerika’ya gider ve bu teklifi kabul edemez. Döndüğünde ise burada çeviri editörlüğü yapmaya başlar. Aklında çeviri şiir kitaplarını çeşitlendirmek vardır. Tam bu sırada Gültekin Emre, Doğu Almanya’da ucuza basılan dünya şiiri dizisini göstererek, ona benzer bir dizi yayımlamayı önerir. Çevirilecek şairlerin listesi de hazırlanır, ancak Adam Yayınevi kabul etmeyince Cevat Çapan şiir meraklısı bir fotoğraf sanatçısı ve reklamcı olan, aynı zamanda yayın dünyasına da girmeyi düşünen Paul Mcmillen’la yayınevini kurar.
Çapan’ın bu ilk adımı daha ortaokul sıralarında attığını söylemiştik. Robert Kolej’de Carl Sandburg’la başlayan, Cambridge’de Cummings’le ilk filizlerini veren çeviriler 1960’lı yıllarda iyiden iyiye çiçeklenir. Bu arada 1950’li yıllarla birlikte Türkiye’de çeviri şiir altın yıllarını yaşar. Daha çok Fransız şiiri olmakla birlikte İngiliz ve Amerikan şairlerin şiirleri çevrilir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Tercüme dergisi şiir özel sayısı çıkarır. Orhan Veli’nin 16. yüzyıldan çağdaş şairlere uzanan “Fransız Şiir Antolojisi” elden ele dolaşır ve Can Yücel’in çevirileri gündemdedir.
Çapan da 1966’da Sappho’dan Mabeyinci Pavlos’a, Federico Garcia Lorca’dan Ezra Pound’a ve Cesare Pavese’ye uzanan; adını 18. yüzyıl İngiliz şairi Samuel Johnson’ın bir dizesinden alan “Çin’den Peru’ya” kitabı ile çeviride iyiden iyiye adını duyurmaya başlar. “Çin’den Peru’ya”dan sonra Sappho’nun şiirleri gelir. Memet Fuat’ın yönettiği Yeni Dergi’de Cevat Çapan çevirileriyle Seferis şiirleri yerini alır. Bu çevirileri gören Melih Cevdet Anday çok beğenir. Çapan Seferis’in şiirinin tamamını çevirip Memet Fuat’ın yönettiği De Yayınları’ndan “Destansı Öykü” adıyla yayımlar. Ve yıllar içinde arkası gelir kitapların: Yannis Ritsos’tan “Umarsız Penelope” (1974), Odysseus Elitis’ten “Çılgın Nar Ağacı” (1982), Elizabeth Bishop’tan oyun çevirileri... Cumhuriyet Kitap Eki’ndeki “Şiir Atlası” köşesi, antolojiler ve daha niceleri...
“Süper Baba” dizisinde Alim’e yol gösteren bilge şair
Öğrencilik yıllarında sahne tozunu yutmuş, sinemanın büyüsüne kapılmış Cevat Çapan, Cambridge Üniversitesi’ni bitirip İstanbul’a döndüğünde şansını beyazperdede de dener.
Hatta Atilla Tokatlı’nın sonradan yapımcısını batırıp arkadaşlar arasında “Denize İnen Sermaye” adını alacak tek filmi “Denize İnen Sokak”ta Boğaz’da sandalla gezerken fötr şapkasının peşinden denize uçan mirasyedi İstanbul efendisini denizden çıkaran serseri rolündedir Çapan. 1959 tarihli bu filmin başrollerinde ise Ulvi Uraz ve Sadettin Erbil vardır.
Filmin Lale Sineması’ndaki galası yapıldığında Cevat Çapan İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde asistandır. Ve seyirciler arasında öğrencileri de vardır. Onu üstünü çıkarıp denize atlar halde görünce salondan hem yuhalama hem de alkış sesleri duyulur.
“Süper Baba”nın bilge şairi
Çapan’ın oyunculuk deneyimi bu kadarla kalmaz. TRT’nin Mimar Sinan hakkında çektiği belgesel dramada, Kanuni Sultan Süleyman döneminin, öldürülen Şehzade Mustafa için yazdığı mersiyeyle dillere destan olmuş şairi Taşlıcalı Yahya’yı oynar. Kavuğuyla, kaftanıyla, sakalıyla tam bir Osmanlı şairidir. Haluk Kurdoğlu ise Mimar Sinan rolündedir.
Bu filmlerden sonra Çapan’ın ‘aranan bir oyuncu’ olması uzun sürmez. “Kurtuluş” ve “Kuruluş” filmlerinde Meclis başkanıdır. Başrolünü Şevket Altuğ’un oynadığı “Süper Baba” dizisindeki, yazar olmak isteyen Alim’e yol gösteren bilge şair rolüyle ününe ün katar.
Yavuz Turgul’un iki filmini de katar filmografisine. İlki 1992 tarihli “Gölge Oyunu”dur, diğeri ise sokaktaki adam olarak 28 saniye göründüğü 1996 yapımı “Eşkıya”...
Anadolu Ünivesitesi’ndeki görevi sırasında Ege ve Akdeniz’deki Eski Yunan ve Roma tiyatrolarıyla ilgili bir belgesel için senaryo da yazar: “Bir Sahnedir Dünya.” Levend Kılıç’ın yönetmenliği; Ayla-Beklan Algan, Mehmet Ulusoy ve Cevat Çapan’ın öğrencilerinin katkılarıyla Anadolu’nun açıkhava tiyatrolarıyla ilgili nitelikli bir belgesel ortaya çıkar.
‘İyi şeyler’ yayımlamak için kurulan yayınevi
Şair, çevirmen ve hoca Cevat Çapan, ‘iyi şeyler’ yayımlamak için Paul McMillen ile bir yayınevi de kurar: ‘90’lı yılların başında başlayıp sonuna kadar Rimbaud’dan Çuvaş şair Gennadi Aydi’ye, Ömer Hayyam’dan T.S Eliot’a kadar pek çok nitelikli şairi Türkiyeli okurla buluşturur İyi Şeyler Yayıncılık.
Ancak Cevat Çapan İyi Şeyler’den çok daha önce de yayın dünyasının içindedir. 1960’lı yıllarda çevirilerini yayımlayan Memet Fuat’ın De Yayınevi’ne sık sık uğrar. De Yayınevi’nden sonra ise Cengiz Tuncer’le Aydın Emeç’in kurdukları E Yayınevi’nde Türk şiirinin mihenk taşı olmuş şiir kitaplarının yayımlandığı kısa bir dönem editörlük yapar.
‘80’li yıllarda ise Adam Yayınları kurulurken genel yayın yönetmenliği teklifi gelir. Cevat Çapan ise, Fulbright bursuyla bir yıllığına Amerika’ya gider ve bu teklifi kabul edemez. Döndüğünde ise burada çeviri editörlüğü yapmaya başlar. Aklında çeviri şiir kitaplarını çeşitlendirmek vardır. Tam bu sırada Gültekin Emre, Doğu Almanya’da ucuza basılan dünya şiiri dizisini göstererek, ona benzer bir dizi yayımlamayı önerir. Çevirilecek şairlerin listesi de hazırlanır, ancak Adam Yayınevi kabul etmeyince Cevat Çapan şiir meraklısı bir fotoğraf sanatçısı ve reklamcı olan, aynı zamanda yayın dünyasına da girmeyi düşünen Paul Mcmillen’la yayınevini kurar.
ŞİİR SEÇKİSİ
Taş Baskısı
El eleydiler,
yerdeki toz toprağın içinden seyrediyorlardı gökteki bulutları külrengi denizi. Bir yerden vinçlerin gürültüsü geliyordu, doldurulan, boşaltılan mavnalara bindirilen vagonların tekerlekleri arasından bir çeşmeyi, bir ağacı, bir kırlangıç yuvasını görüyorlardı sanki.duruyorlardı. Bildikleri bütün sözcükleri susarak yineliyorlar, ezberlerindeki renklerin birbirlerine akarak biriktirdiği gölde bir kayığın yosunlu bir iskeleye yanaşmasını bekliyorlardı. Belli belirsiz bir kaval sesi karışıyordu sokak satıcılarının bağrışmalarına.El ele,bitkin,kaygılı bir ezinti içinde han kahvesine bıraktıkları tulum peynirini,bulgur,dut kurusu avluda esans satan kitapçının cam kutularından yansıyordu kararan yüreklerine.
Birden taş baskısı kitap
kapaklarının birinden Hazreti Âli Düldül’üyle çıkıp geliyor alıp Hayber Geçidinden Kan Kalesi’ne götürüyordu onları Zülfikâr’la ikiye böldüğü gecede. Gecenin bir dilimi soğuk çöl, öbürü kızaran şafak, kızan kumdu. El ele bekliyor,beklerken Kuru bir kan tortusuna dönüyordu istekleri.
“Doğal Tarih” ten
*****
PusulaNicedir uzaklardaydım:
uzak dağlar, uzak kıyılar, uzak- dillerini bilmediğim yaban insanlar arasında.Uzayan bir uykunun karanlığından Düşlerin aydınlığıyla vardım yıllardır aradığım bu adaya. Toprak, demir, şeker kamışı, ipek Ve elmasla uğraştım yıllarca.Fotoğrafta gördüğün hasır şapka, keten giysi, gümüş saplı baston o yılların yorgunluğunu gizliyor Ustaca. Sana çocukluğundan anlattığım Afrika, Amazon, Santiago, Havana bütün gençliğimdi benim bütün olgunluğum.Doğduğum dönülmez dağ köyüne döndüm Sonunda, geceleri sesiyle uyuduğum derenin kıyısına. Toprak dama, tandıra, boğma rakıya.Beni tanıyasın diye bir gün doğmanı bekledim sabırla.“Dön Güvercin Dön”den
Kaynak :
Semiha Şentürk, Milliyet Kitap YAPITLARI
İnceleme
Antolji
Çeviri
Ödülleri
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder