4 Nisan 2020 Cumartesi

Munzurlar'a Karışan Gazeteci, YUSUF ZİYA ADEMHAN


Türk fotoğrafçılığının efsane isimlerinden gazeteci, şair ve fotoğraf sanatçısı Yusuf Ziya Ademhan, 1992 yılının Temmuz ayında çıktığı munzur zirvelerinden bir daha geri dönmedi. O gün bugündür ne bir gören oldu ne de bir izi bulunabildi. 30 yıldır büyük bir tutkuyla dolaştığı dağlar onu son kez çağırmıştı! Ve munzurlar bu sıradışı efsane hayatı kendi doğasında sonsuzluğa taşımıştı... Yaşamı boyunca yaptığı her işi büyük bir tutkuyla yapan ve bu uğurda her türlü bedeli ödeyen, ödemekten kaçınmayan Ademhan, ne yazık ki fotoğrafçılıkta bu bedeli destanlaşarak! ödemiştir. Doğaya ve fotoğrafçılığa olan tarifsiz tutkusu, onu yıllarca ceylanlar gibi munzur zirvelerinde ve yaylalarında dolaştırmış, fırat vadisinde yarenlik ettirmiştir. Ademhan'ın geride bıraktığı binlerce ölümsüz kareden maalesef pekazı bugünlere gelebilmiştir.

      Yusuf Ziya Ademhan’ın yakın dostu, yine kendiside ünlü bir fotoğraf sanatçımız olan Lütfi Özgünaydın’ın Ademhan’ın munzurlarda kayboluşunun  beşinci yılında kaleme aldığı ve  2 Mart 1997 tarihli Cumhuriyet Dergi’de yayınlanan “Munzurlar’a karışan gazeteci” makalesi, Yusuf Ziya Ademhan’ı daha yakından tanımamızı sağlayan en önemli kaynak niteliğindedir.
      Dergi arşiv sayfalarında kalan bu önemli yazıyı bugüne taşımaktaki amacımız; Türk fotoğrafçılığına ve Erzincan’a çok büyük hizmetlerde bulunmuş olan Yusuf Ziya Ademhan'ı Munzurlarda kayboluşunun yirminci yılında tekrar hatırlatarak anmak ve ondan geriye kalan yaşam derslerinin, anıların, fotoğrafçılık ve doğa sevdasının ışığını yansıtmaktır.

      İkinci bölümde ise; şair Addurrahman Adıyan’ın Yusuf Ziya Ademhan için yazdığı “Ademhan Destanı” yer almaktadır. Bu destanında şair, ala geyiklerlerin peşinden gider gibi, kır çiçekleriyle konuşur gibi ve  munzurlarda eriyen karların fırat ile buluştuğu gibi bizleri Ademhan’ın düşleriyle buluşturmaktadır.

Saygıyla anıyoruz.

Abdullah Bozdemir
Kemahkalesi.com




       Munzurlar'a karışan gazeteci

       LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN

     
      Ağustos ayının sıcak bir günüydü... "Ademhan kayıp oldu," haberi, duyuldu. Gazetelerin, iç sayfalarında, tek sütun halinde, birkaç tümce ile de yayımlandı haber... Onu sevenler, bilenler, "Yine şaka yaptı çıkar gelir biryerlerden..." diyerek önemsemediler önceleri. Ademhan, yaşamı içinde birçok kez kayıp olmuştu.  Hatta öldüğü yazılmıştı yerel gazetelerde... Önceleri kimse inanmadı. Çünkü hep o yalanlamıştı o haberleri... Bir kez Pülümür dağlarında düşüp öldüğü yazılmıştı, Erzincan’ın yerel gazetelerinde. Onu sevenler gözyaşı dökmüştük. Hatta naaşını gidip getirmek için hazırlıklar içine girmiştik. Gücümüz yettiğinde, yazılar yazmıştık onun için... Haftalar sonra çıkıp gelmişti... Ölüm haberi ile ilgili, yazıları, bir bir okumuştu çok da keyiflenmişti. O günlerde kulağıma eğilip, “Lütfi doğrusu bu kadar sevildiğimi bilmiyordum. Yaşarken, ölümün sonuçlarını gördüm bu herkese nasip olmaz” demişti... Erzincan’ı çalkalayan, o günlerde, haberi yazan yerel gazeteye de epeyi yüklenmişti.

      Dağlara ve Fırat’a aşıktı o... Her ilkbaharda, Fırat boylarında aylarca yürürdü. Bir badem çiçeğini çekebilmek için, beş yıl Fırat vadilerine koşmuştu. Bir türlü tutturamamıştı fotoğrafı. Badem kah erken çiçek açmış kah hava yeterli olmamıştı. Beş yılın sonunda, kayaların arasından çıkan bademi kurumuş olarak bulunca oturup saatlerce ağlamıştı...

      İnanamıyorduk. Kimseler inanmıyordu Ademhan’ın dağlarda kayıp oluşuna... “Onu tanıyan fotoğraf sanatçıları da, aynı düşüncedeydiler. Ademhan’la çok yakın olduğumu bilen, Gültekin Çizgen, “Göreceksin Lütfi, Ademhan bir gün çıkıp gelecek. Bunlar Türkiye’de çift. Benim de Avcıdırlar diye bir dostum var. Bir keresinde, Trabzon’a fotoğraf çekmeye gidiyorum dedi, 19 yıl sonra döndü...”

     Gerçekten Türk fotoğrafında, Ademhan’la Avcıdırlar birer efsanedirler. Tüm yaşamları dağların zirvelerinde, ışığın ve rengin peşinde geçmişti. O iki insanı, İstanbul’da Sıtkı Fırat’ın sergisinde karşılamıştık. Saatlerce kırıp geçirmişlerdi izleyenleri. Dağlarda, ovalarda, yaylalarda binbir güçlük içinde, bir sevda uğruna yaptıkları fotoğraf gezilerini anlatmışlardı.

      Ademhan bu sefer Munzur dağlarında kayıp olmuştu... Kemah yakınlarındaki yardan dağların zirvesine çıkmış, bir daha dönmemişti. İçimizde garip bir bekleyişdi. Dönecekti, yine maceralarını anlatacaktı.

     Haftalar geçiyor ama Ademhan'dan bir türlü haber alınamıyordu... Yayladaki çadırlara ceketini bırakmıştı, dağın zirvesinden fotoğraflar çekip dönecekti. Artık şakası yoktubu işin. Yakınları Kemah ilçesine giderek dağları aramaya başladılar. Erzincan Valiliği aramaya başladı. Onu çok seven çobanlar, adım adım taradılar dağları, Ademhan yoktu. Ademhan yitip gitmişti. Çok sevdiği tüm yaşamını verdiği, yazı kışı birlikte yaşadığı, aşık olduğu Munzur dağları onu alıp gitmişti. Yaz sıcağında, bembeyaz karlar onu alıp mavi göklere mi göndermişti yoksa. Uçurumlar mı yutmuştu?

     Tüm aramalar sonuç vermedi. 1992 yılının sonbaharına kadar sürdü aramalar... Eski bir gazeteciydi. Basın şeref kartı sahibiydi. Zamanın Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nezih Demirkent ve Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Beyhan Cenkci  de, Ademhan'ın aranması için girişimde bulundular. Tüm çabalar sonuçsuz kaldı. Kış geldi, Munzurlar bembeyaz oldu. Ademhan Munzurları karlaraltında gezmeye bayılırdı. Yine içimizde onu sevenlerin içınde, bir umut vardı, "Ademhan çıkar gelir..." diyorduk ama, gelmedi. Boynuna taktığı eski körüklü fotoğraf makineleri ile birlikte yoklara karışıp gitti. Ne makineleri ne de elbisesinin bir parçası bulunabildi..

      Bir iki yıl fısıltı gazetelerinde haber çıktı "Ademhan şurada gözükmüş, burada gözükmüş" diye...  Ancak hiçbiri gerçek çıkmadı. Beş yıl geçti aradan... Onu sevenler unutmadı. Duvarlarda asılan, Munzur fotoğrafları, Fırat vadileri hep onu anlattılar. Onu anımsattılar... Ademhan şimdi Munzur fotoğraflarının içinde, Fırat vadilerinde yaşıyor...



Ademhan hep parasızdı. Dağlara çıktığında,  filmleri asla ona yetmezdi. ( Tulukta ayran-Munzur)

Fotoğraflarının çoğu kaybolup gitti kendisi gibi... (İliç yaylaları)
      Kimdir Yusuf Ziya Ademhan?

      Ademhan 1928 yılında Kemaliye'nin Akcalı köyünde doğmuş. Yörede yeterli geçim kaynakları olmadığından, her Akcalılı gibi, çok küçük yaşta İstanbul'a gelmiş. Fotoğraf gezilerinde yayımladığımız yöre gazetesinde onunla hep birlikte olmuştuk. Zaman zaman hep dinlemek istediğimiz fotoğraf maceralarının içinde yaşamını da anlatmıştı bana. Ortaokul yıllarında şiir yazmaya başlamış. İlk şiirini zamanın Başbakanı Şemsettin Günaltay Erzincan yöresine yaptığı seyahat sırasında, Bağıştaş istasyonunda karşılama töreninde okumuş. "Ben ilk şiirimi Başbakan'a okumuş adamım" derdi.

      İstanbul'a gelince Kumkapı'da kum istasyonlarında çalışmaya başlamış. Bir taraftan da şiirler yazıyormuş. Özellikle İsmet İnönü için yazdığı şiirler gazetelerde yer alıp elden ele dolaşmaya başlamış. Sonra DP yönetimine çatan şiirler yazmaya başlamış. Bu şiirler CHP'liler arasında okunur söylenir olmuş. Bir toplantıda, "İnönü ile tanıştırmışlar, Paşam şiirleri bu genç yazıyor..." demişler... Ademhan o gün çok mutlu olmuş. Hayatının en önemli günlerinden biri sayardı, İnönü ile karşılaştığı günü... Şiirler onu gazetelere götürmüş... Gazetelerde yazılar yazmış, ismini anımsayamadığım köylere ulaşan bir gazetede de uzun uzun çalıştığını anlatırdı. Sonra MetinToker'in sahip olduğu Akis dergisinde çalışmaya başladı.. Bir süre sonra da derginin yazıişleri müdürü oldu. Ve cezalar başadı... Derdi ki, "Türkiye'de basın tarihinde en çok ceza alan adam benim... 27 May İhtilali’nden önce aldığım cezaların toplamı 2 insanın yaşam sürecinin toplamı kadardı. "27 Mayıs günlerinde de, cezaevindeydi zaten... Uzun süre yatttğı cezaevinden çıkınca, serbest gazeteciliğe başladı Ademhan...

      Konuşmalarımız içinde, yanıt vermekten sıkıldığı dilim bu Akis dergisi içinde geçen yıllarıydı. Ben ısrarla sorardım, "MetinToker'le bu kadar yıl birlikte olmuşsunuz neden görüşmüyorsunuz" derdim pek yanıtlamazdı. Çok çile çekiyordu, cebinde film alacak parası olmazdı. Eski püskü ayakkabılarla dağlara gidiyordu, çok üzülüyordum, onun için anımsatıyordum, ama sonradan öğrendim ki, "Ademhan gelsin ona yardımcı olacağız, fotoğraflarını satın alacağız..." diye haber gönderen bakanların bile yanına gitmiyordu. Ben çok ısrar ediyordum. "Neden gitmiyorsun Adem Baba (ben ona Adem Baba diye hitap ederdim...) bak onlar seni çağırıyorlar, git fotoğraflarını satın alsınlar, film parası yaparsın posterlerini bastırırsın, rahatlarsın" diyordum o, hep kaçamak yanıtlar veriyor, kimselerden bir yardım almak istemiyordu...
 
      Gazeteci, şair, fotoğraf sanatçısı, eski Akis Dergisi Yazıişleri Müdürü Yusuf Ziya Ademhan 'dan yıllardır haber yok... Beş yıl önce Munzur dağlarına fotoğraf çekmeye gitti, bir daha dönmedi...


      1960'lı yıllarda fotoğrafa başlayan Ademhan, artık dağlara, aşık olduğu Fırat vadilerine verdi kendisini... Otuz yıl dağlarda Fırat kıyılarında gezdi. Binlerce fotoğrafı yayımlandı. Nedense, çektiği fotoğrafları hep kıskandı. Dia pozitiflerini kimselere veremedi. Turizm Bakanlığı'nın tüm önerilerini geri çevirerek, dialarını satmadı. Fotoğrafları onun çocukları gibiydi. Bulduğu küçük paralarla, fotoğraflarını takvimlerde, posterlerde değerlendirir, kartpostallar yapar satışını da yine kendisi düzenlerdi. Hiçbir gün cebinde 10 film birden alacak parası olmadı...

      Kaçkar dağlarında, bir macerası olmuştu. Biz onu yine kayıp etmiştik o günlerde. Ademhan Tortumdan Kaçkar dağlarına gitmek üzere dağlara çıkmış. Kaçkar dağlarının çok güzel bir yerinde filmi bitmiş. İki gün yol yürüyüp Tortum'a gelmiş. Ancak iki film alabilmiş tekrar dağlara doğru yürümüş. Bu sefer de dağda yaylacılar onu hazine avcısı diye bir kulübeye kapatmışlar. İki gün aç susuz kalmış dağın başında. Sonra onları inandırmış ve yollara düşmüş.

      İki ay sonra Tortum'dan Ayder kaplıcalarına ulaşmış. Gazetecilikten aldığı küçük bir maaşı vardı. Onu aldığı gün hepsini filme yatırırdı.

      O kadar çok anısı var ki Ademhan'ın... Yine Karadeniz kıyılarında Perşembe'de çok güzel bir nokta bulmuş. Oradan istediği görüntüyü alabilmek için, günlerce ağaçların başında dolaşmış. Bir türlü istediği fotoğrafı çekememiş. Sonunda kendisini engelleyen ağacı kesmeye kara rvermiş. Koca bir ağacı kestiğinde kendisini  karakolda bulmuş. Macerasını anlatınca bırakmışlar Ademhan'ı...

      Fırat boylarını ve Munzurlar'ı bir kitap yapmak istıyordu. Artık yaşlanmıştı dağlara çıkmakta güçlük çekiyordu. Kalbide tekliyordu. Biz, onu sevenler hep rica ediyorduk. "Ademhan gitme artık elinde binlerce malzeme var yap şu kitabını..." Bir yerlerde kalacak diye korkuyorduk, ama o bizi dinlemiyordu, "Bu sefer son, Fırat vadisini tabandan bir kez daha geçeyim tamam" diyordu...

      Son yıllarda evlenmişti. Evliliği de sıradışıydı. Gençliğinde aşık olduğu amcazadesinin kızı, başkasıyla evlenmişti. Bu "ihanete" küsmüş ve evlenmemişti Ademhan... Yıllar sonra aşık olduğu Perihan Hanım'ın eşi ölünce, bu evlilik gerçekleşmişti... Eşi de istemiyordu dağlara gitmesini...

     Her seferinde bana uğrardı. Vedalaşır gibi çıkar giderdi. Son kez Munzurlar'a çıkarken bende fotoğraf gezisindeydim. Son gidişinde görmemiştim onu... Fotoğraf çevreleri aylarca onun geri geleceğini konuştular. Ama, ben Perihan Hanım'ı her aybaşıda maaşını almak için indiğı bir kentten aradığını biliyordum. Ademhan 1992 yazından beri bir daha aramadı eşini. Bir daha dönmedi Munzurlar'dan... Munzurlar'a aşıktı o. Oradaki yaşama aşıktı. Yaylacıların dostuydu. Çocukların dostuydu. Munzur fotograflarını ondan başka kimseler çekemedi zaten. Bugün de kimseler dizboyu karları yürüyerek gidip o fotoğrafları çekemez. Elde kalanlar birer belge. Ademhan'ın arşivi darmadağın olup gitti, düşündüğü kitap bir türlü yapılamadı.

     Geçen yıl Erzincan Valisi Recep Yazıcıoğlu onun fotoğraflarını toplatarak bir kitap yaptı. Albümde ancak fotoğraflarının onda biri var. Onlar dahi onun ne denli çaba harcadığını ortaya koyuyor. Diğerleri nerelerde acaba?


   Fotoğraf : LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN

Dağlarda mı kayboldu, yoksa ilan edilmemiş savaşın kurşunlarına mı hedef oldu?

      Munzur'un karlı tepeleri mahsun kaldı şimdi... Küçücük dağ göllerinin kıyısındaki çobanlar her ilk baharda onun yolunu gözlüyorlar. Bellerindeki öğlen azıklarını Ademhan'ın önüne sermeye hazırlar. Fırat kıyıları onu arıyor. Coşkun ilkbahar suları, coşkularını kimin objektiflerine dolduracaklar. Onun günlerce peşinden koştuğu badem çiçekleri üzgün. Onu sevenler üzgün. Yaşamının tümünü dağlara adayan, yokluklarının acısını sevdayla geçiştiren Ademhan yok şimdi. Beş yıldır gözümüz yollarda. Munzur dağlarından inip Erzincan' ın Güllübağ istasyonundan trene binerek İstanbul 'a gelmesini 5 yıldır bekledik. Artık onun her yaz dağlarda yitmesine alışkın olanların ümitli bekleyişleride sona erdi. Türk basınının çelebisi, şair, yazar, fotoğraf sanatçısı Ademhan yok artık. Dağları o sevdirdi bana. Uçsuz bucaksız karla kaplı dağların huzurunu içime akıtmayı ondan öğrendim. Ne zaman Erzincan'a Kemah'a gitsem, Munzurlar'a bakıyorum. Başı dumanlı karlı dağlar, Ademhan’dan selam gönderiyor bana.




      LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN
     Cumhuriyet Dergi, 2 Mart 1997



      Yayına Hazırlayan :
     Abdullah Bozdemir

      Kemahkalesi.com


     
Ademhan Destanı


yüreğini ateşleyen bir dağdağası vardı hep
gözlerini salkım salkım bulutlardan
ayaklarını uçuk maceralardan alamazdı
başındaki dağ yellerini
serin sel yataklarından aşırır da
objelerin sevdasına
dağların çakısı filintası kesilirdi

dağların serin koynuna bırakırdı düşlerini
düşler nehir kıvrımları gibi yol alırdı her karesinde
dağların yumuşak karınlarında bir taş
yâreni oluverirdi hemencecik
nöbet tutardı gözlerinde ceylanlar
ninni söyleyemezlerdi asla kuşlar
sözleri buhur dizleri esrikti yârin

fırat’ın derin vadilerinden
dumanlar tüttürerek giderdi trenler
trenler göğsünün sol üst köşesinde
hazin bir kuşun kısık kısık öttüğünü de söyleyemezdi
aşk gecikmiş bir posta güverciniydi
sevinç ama en çok hüzün taşırdı heybesinde
kırkmerdivenler vadisinden gelirdi çünkü aşk
yada munzur’un vahşi zirvelerinin eteklerinde
çift süren yaşlı bir adamı taşırdı kareler
ama buna rağmen doğa rayihalarını saçan
kır çiçekleriyle kardelenlerle karşılar
kasımpatı’larla uğurlardı yusuf ziya’yı

ademhan ya munzur’un kaşlarından salınmıştı
ya da taşyolu’ndan dökülmüştü hayata
yurt edinememişliğinden bilirim
göbek bağının adres bilmezliğini
bir de kırkgözün kırk çeşmeden ağlamasını hâlâ

yıl doksanüç’tü mevsim yazdı
dolaşmaya çıkıyorum gelirim demişti
muhabbete mi durmak istemişti ala geyiklerle
kemah’da koçkar’da
doğal kabri olacak sohmarik yaylasında
bilemem ama / bilinen o ki
doğa mateme, kuşlar yasa bürünmüştü
inmemişti ceylanlar suya kaç gün kaç gece
kır çiçekleri lirik bir ağıta lâl kesilmiştiler
bulutlar sağanaklar biriktirmişti ülkelerinde
nehir baygın akmış, bağlar yaprak dökmüştü
göçmen turnaların ülkemize hicretleri
yusuf ziya ademhan’ın
kefensiz ölümüne pulsuz bir taziye mektubuydu
dağlar nasıl ağlamasındı şimdi / nasıl

akıllara ziyan bir sevdaydı onunki / diyeceksiniz
ama dağlar ona hayran, ona yârdı
hep onlardı sergisinin konukları fizan’da
kelepir salınmadan önce yılların emeği ve düşü

yüreğini ateşleyen bir dağdağası vardı hep
gözlerini salkım salkım bulutlardan
ayaklarını uçuk maceralardan alamazdı
başındaki dağ yellerini
serin sel yataklarından aşırır da
objelerin sevdasına
dağların çakısı filintası kesilirdi

mezarımı dutbeli’ne isterim derdi



Abdurrahman Adıyan
yaz 2005 eğin / kış 2006 van


Fotoğraf : Yusuf Ziya Ademhan


Kemahkalesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder