24 Mayıs 2013 Cuma

ANTİK ÇAĞDAN GÜNÜMÜZE KEMAH VE KEMAHKALESİ TARİHİ


 
Kemah’ın Tarih öncesi çağları hakkında kesin bilgilere sahip değiliz. Ancak, Erzurum çevresi gibi komşu yörelerde yapılan bazı araştırmalar, bölge tarihinin umumi manada, insanlık tarihinin en eski devirlerine, yani “Paleolitik Çağ” a (Yontma Taş Devri) kadar götürmektedir.
Müteakib devirlerde ise Kemah bölgesinin ön tarihi hakkında bilgilerimiz ilmi boyutlar kazanmaya başlar: “Son Kalkolitik” ve “İlk Tunç Çağ“ devrelerinde Doğu ve Güney-doğu Anadolu’da - Karaz türü çanak - çömlekleri adı ile tanımlanan- yaygın ve homojen, kendine has eserleriyle bir kültür gurubu ortaya çıkar. “Karaz-Kültürü” adının yanısıra, buluntu yerlerine göre çeşitli isimler altında tarif edilen bu kültür, gerçekte çok mühim bir tarihi hadiseyi ve gelişmeyi yansıtmaktadır. Adı geçen arkeolojik materyal Hurrilere ait olup, dil yapısı bakımından Ural-Altay dil ailesi ile yakınlık gösteren bu kavmin çeşitli kollar halinde Trans-Kafkasya, Kura-Aras yöresinden Doğu Anadolu ve komşu bölgeler üzerine yaptıkları göç ve yayılmaları belgelemektedir.

Erzincan yöresini de, bu kültürün gelişim bölgesi içinde zikrederler.“Tarihi Çağlar” da, Kemah ve çevresi hakkındaki aydınlatıcı bilgileri, Hittit ve Assur çivi yazılı kaynaklarından edinmekteyiz: M.Ö.III. bindeki Hurri kabilelerinin ve Urartular gibi akraba boyların göçlerini müteakib, M.Ö.II. binde Doğu Anadolu’da birtakım küçük feodal beyliklerin teşekkül ettiği görülür. Bunlardan birisi de Kemah yöresindeki beyliktir.

Hittit kaynaklarında, Erzurum ve Erzincan arasındaki bölge “Hayaşa/Hajaşa” olarak geçmektedir. Hititlerin amansız düşmanı olan Hayaşa beyliği’nin Kral I. Şuppiluliuma (M.Ö 1375-1345) devrinde bir çok çetin mücadelelerden sonra Hitit devletine tabi olduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklara göre, bir ara durmuş olan Hitit-Hayaşa çekişmesi, Şuppiluliuma’nın ölümünden sonra tekrar alevlenmiştir. Bunun üzerine oğlu II. Murşillis, Hitit devletine karşı ayaklanan Hayaşalı’larla Kemah yakınlarında savaşmak zorunda kalmıştır. Anlaşıldığına göre Hititlerle mücadeleye devam eden Hayaşalılar, yeniden bağımsızlıklarını elde etmişlerdir.
M.Ö. XIII. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Assur devletinin Ön Asya’da gittikçe kuvvetlenmesi üzerine Doğu Anadolu’nun siyasi durumunda büyük değişikliler görülür: Doğu Anadolu ile Assur arasında bir “ tampon devlet” niteliğinde olan Hurri-Mitanni (Hanigalbat) devletinin zayıflayarak tarih sahnesinden çekilmesini fırsat bilen Assur, Doğu Anadolu’ya amansız akınlar düzenlemeye başlamıştır. Bunun üzerine yukarıda zikrettiğimiz Hurri kökenli ve akraba Urartu kabilelerinin meydana getirdikleri Feodal beylikler, Assur’a karşı birleşirler. Böylece Doğu Anadolu’da, merkezi Van Gölü olmak üzere gelecekteki Urartu devletinin temelini oluşturan “Uruatri” ve “Nairi” konfederasyonları, yeni bir politik güç olarak ortaya çıkar.

Hitit kaynaklarında “Hayaşa” adı altında tarif edilen Kemah bölgesi, Assur kaynaklarında zaman zaman Nairi konfederasyonunun hakim olduğu topraklar dahilinde zikredilmektedir. Bu feodal beylik, konfederasyonunun bir üyesidir.
M.Ö. IX. yüzyılın ikinci yarısında, Doğu Anadolu’ya yapılan Assur seferleri gittikçe yoğunlaşır. Bunun üzerine, Uriatri ve Nairi konfederasyonları, birleşerek Urartu devletini kurarlar. Bu sırada, Assur kralı III.Salmanassar’ın (M.Ö.848-824) Fırat’ın kaynaklarına kadar ulaşan seferleri sırasında Suhme bölgesini de fethederek yağmaladığı görülür. Urartu kralı II. Argişti (M.Ö. 714-685) devrinde, Kemah ve Erzincan yörelerinin Urartu devletine ilhak edilerek batı sınırında güçlü bir eyalet merkezi haline getirildiği anlaşılmaktadır.
Medleri takiben Perslerin Doğu Anadolu’ya hakim olmaları ile - Kemah-Erzincan yöresi dahil - Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmı, Pers Kralı I. Dareiros’un yeniden organizasyonu sonucunda - o çağlardaki adı ile - ”Armina/Arminyia” Satraplığına, yani XIII. Satraplık bölgesine dahil edilmiştir.

Bilahere Roma İmparatorluğu’nun hakimiyeti altına giren bu bölge, Roma, Part krallığı ve yerli krallık arasındaki mücadelelerde, bir kilit noktası teşkil etmiştir. Bölgede, Roma hakimiyetinin zayıflaması üzerine birçok yeni prenslikler kurulmuştur. Birbirleriyle sürekli mücadele halinde olan bu prenslikler zaman zaman Doğu Roma’nın veya İran’ın nüfuzu altına girmiştir.

Kemah, eski çağlarda “Ani” ismiyle de bilinmektedir. I.Theodosios (379-395) devrinde Kemah’ın bulunduğu bölgenin adı “Daranalis” olarak geçer. Yine onun zamanında şehire “Theodosiopolis” adı verilmiştir. Şehir daha sonraki devirde Anastasios tarafından yeniden kurulmuştur.

İslamiyetin zuhurundan kısa bir müddet sonra, bu bölge Arapların akınlarına maruz kaldı. Araplar, burasını evvela H. 59 (M.678/679)’da, sonra 710 senesinde, daha sonra H.105 (M.723/724)’de Mervan bin Muhammed kumandasında ve tekrar Mesleme bin Abdülmelik idaresinde zaptetmişlerdir. H.133 (M.750/751)’de Bizans İmparatoru Konstantin tarafından kuşatılması üzerine, Abbasi halifesi Ebu Ca’fer el-Mensur, şehri Bizanslılara karşı tahkim etti. Bununla beraber 754/755’de Kemah, tekrar Bizanslıların hakimiyeti altına girdi. Bundan sonra burası, halifeler ile Bizanslılar arasında birkaç defa daha elden ele geçti. Sonraki asırlarda Bizanslılara tabi kaldı.
Arap tarihçisi Belazuri H.149-150(M.766) yılında yapılan bir Kemah muhasarasını şöyle anlatır :

”El-Mansur, H.149 da Bağdat’dan hareket edip, Hadisetü’l-Mavsıl (Musul) a geldi. İlk önce Hasan Bin Kahtebe’yi, onun arkasından da Muhammed bin Eş’as’ı kutsal savaşta (Bizans’a karşı cihad) bulunmak üzere gönderdi. İki komutanın emrindeki kuvvetlere Abbas bin Muhammed’i emir yaptı. Abbas’a onlarla beraber Kemh (Kemah) üzerine yürümeyi emretti.
Muhammed bin Eş’as, Amid (Diyarbekir) de öldü. Hasan ile Abbas ilerlediler. Malatya’ya vardılar. Oradan yiyecek maddeleri yüklettiler. Oradan kalkıp, Kemah çevresine geldiler. Abbas, mancılılklar kurmayı emretti. Fakat kaledekiler mancılıklardan atılan taşlardan korunmak üzere, kalelerinin (duvarları) üstüne dikenli ardıç ağaçları yerleştirdiler, Müslümanları taşladılar. Bu taşların tesiriyle 200 müslüman şehid oldu. Müslümanlar Debbabe’ler (?) yaparak şiddetli bir surette savaştıktan sonra kaleyi fethettiler. Abbas bin Muhammed bin Ali ile birlikte Matar Varrak da, bu kutsal savaşlara katıldı.”

Kemah’ın Türklerin hakimiyeti altına geçmesi Malazgirt zaferinden (1071) kısa bir müddet sonra oldu. Alp Arslan, Malazgirt zaferini müteakib kumandanlarından Emir Saltuk’a Erzurum ve havalisini; Emir Artuk Bey’e Mardin, Amid, Malatya ve civarını; Emir Danişmend’e Kayseri, Sivas, Tokat, Niksar ve Amasya’yı; Emir Çavudur’a Maraş, Saros ve mülhakatını; Emir Mengücek’e ise Erzincan, Kemah, Şarki-Karahisar ve havalisini ıkta ederek bu memleketlerin fethedilmesini emretmiştir. Bunun üzerine Kemah, Erzincan ve mülhakatını zabteden Emir Ahmed Mengücek Gazi, Mengücek Beyliği’ni kurarak, müstahkem bir kaleye sahip bulunması dolayısıyla, Kemah’ı merkez yaptı.

Mengücek Gazi’nin ölümünden sonra yerine oğlu İshak geçti. İshak, Danişmend Ahmed Gazi’nin kızı ile evli idi. Artuklu emiri Belek Gazi’nin ülkesine saldırması üzerine ona karşı koyamıyacağını anlayan İshak, Trabzon dukası Konstantin Gabras’ın yanına giderek ondan yardım istedi (1119). Gabras, İshak’ın teklifini kabul etti ve her ikisi de, askerleri ile Belek’in karşısıma çıktılar. Belek de bunlara karşı Danişmend Gazi ile ittifak yapmıştı. Her iki taraf Erzincan’a bağlı Şiran kalesi yakınlarında karşılaştılar. Burada yapılan savaşta Gabras ve Mengücek-oğlu ağır bir hezimete uğrayarak esir düşmüşlerdir (H.514/M.1120). Gabras,fidye mukabilinde kurtulmuş, İshak ise Danişmend Gazi’nin damadı olduğundan serbest bırakılmıştır.

İshak’ın ölümünden (1142) sonra Mengücek ülkesi, oğulları arasında paylaştırıldı. Kemah, Melik Mahmud’a; Erzincan, Davud Şah’a; Divriği ise Süleyman Şah’a düştü. Mengücek devletinin Kemah kolunun, Melik Mahmud’un ölümünden sonra çökmesi üzerine Kemah, Erzincan beyliği idaresine geçti. Davud Şah’ın 1151’de öldürülmesini müteakib, Kemah ve Erzincan, Divriği hükümdarı Süleyman Şah’a tabi kılınmışsa da, çok geçmeden, Davud Şah’ın oğlu Fahreddin Behram Şah (1165-1125), babasının beyliğine sahip çıkmıştır (1165).

Çok iyi bir hükümdar olan Fahreddin Behram Şah zamanında bilhassa Erzincan, mühim bir kültür ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Burada, babası ve kendi adına basılmış paralar mevcut olduğu gibi, yine kendi ismini taşıyan bir medrese de bulunmaktadır.

Yağı-basan’ın ölümü (1164) üzerine II.Kılıç Arslan, Danişmend Beyliğini, ülkesine katarak Mengüceklileri de kendisine tabi kılmıştır. Bu suretle Mengücek oğulları Selçukluların himayesi altında uzun müddet emniyet içinde yaşadılar. Nihayet Harizmşah Celaleddin Mengübirti ve Moğol istilaları dolayısiyle Doğu Anadolu hudutlarını emniyet altına almak isteyen Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubad (1220-2237), Erzincan ve Kemah’ı ülkesine ilhak ederek Mengücek devletine son verdi (1228).

Kösedağ savaşını (1243) müteakib Moğolların Anadolu’yu istilasından sonra, yapılan anlaşma gereğince Erzurum ve Bayburd havalisi ile birlikte Kemah ve Erzincan’da uzun bir müddet Selçukluların elinde kalmıştır. Nitekim H. 695 (M. 1295-96) yılında Erzincan’da II. Gıyaseddin Mes’üd adına basılmış paraların mevcudiyeti bu hususu teyid etmektedir.

Son İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’ın ölümünden (1335) sonra Kemah ve Erzincan havalisinin, Sivas, Ankara, Kayseri ve Şarki- Karahisar’a hakim olarak bir devlet kurmaya muvaffak olan Eretna oğullarının idaresine geçtiği, gerek Alaaddin Eretna (öl. 1352) gerekse oğlu Gıyaseddin Mehmed (1352-1365) namına basılan paralarla sabittir. Eretna oğullarının zaafından istifade ederek harekete geçen Erzincan emirlerinin de zaman zaman Kemah’ı hakimiyetleri altına aldıkları görülmektedir. Nitekim Erzincan emiri Ahi Ayna Bey’in ölümünü (1361) müteakib Şarki-Karahisar’dan gelerek Erzincan’ı alan Emirzade Pir Hüseyin Bey’in Bayburd’a kadar uzanarak burasını fethettiği bilindiğine göre, bu arada Kemah’ı da almış olması kuvvetle muhtemeldir. Pir Hüseyin 1379 yılında ölünce, Erzincan emirliği Eretna oğullarından Mutahharten (Taharten)’in eline geçti. Mutahharten, emir olur olmaz Erzurum, Çemişkezek, İspir, Bayburd, Tercan, Kemah ve Şebinkarahisar (Şarki-Karahisar) şehirlerini idaresi altına aldı.

Kemah ve havalisi, bir müddet, Erzincan emiri Mutahharten ile son Eretna hükümdarı II.Mehmed Bey’i bertaraf ederek Sivas’ta hükümdarlığını ilan eden (1381) Kadı Burhaneddin Ahmed (öl. 1398) arasındaki mücadelelere sahne olmuştur. Kadı Burhaneddin, Erzincan emiri Mutahharten üzerine yürüdüğü sırada (1394) Kemah valisi, kendisini karşılayarak itiatini bildirdi. Kadı, Erzincan topraklarında büyük tahribat yaptıktan sonra geri Sivas’a döndü. Çok geçmeden Mutahharten’in tekrar Kemah’a karşı harekete hazırlandığını haber alan Kadı Burhaneddin, ikinci kez Erzincan’a yürüdü. Bu esnada Kemah, Akkoyunlu Kara Yülük Osman Bey’in katl ve yağma hareketleriyle neticelenen hücumuna maruz kaldı. Kadı Pulu savaşında (1395) Mutahharten’ yenilince, Kemah tekrar Erzincan emirinin eline geçti.
Kadı Burhaneddin’in Kara Yülük Osman Bey tarafından öldürülmesinden sonra (1398) Sivas’ı Osmanlı ülkesine katan Yıldırım Bayezid, Timur hakimiyetini kabul etmiş bulunan Erzincan emiri Mutahharten’in kendisine tabi olmasını istedi. Fakat Erzincan emiri, bunu kabul etmeyerek keyfiyeti Timur’a bildirdi. Bu sıralarda Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf’la Sultan Ahmed Celayir’in Osmanlı’lara ilticalarından dolayı, Timur ile Bayezid’in arası açılmıştı. Timur, Erzincan emirinin bu müracaatı üzerine Sivas’a yürüdü. Ordusuna Kara Yülük ile Mutahharten rehberlik ediyorlardı. Sivas’ı yakıp yıktıktan sonra memleketine döndü (1400). Buna çok müte’essir olan Bayezid, bizzat doğu hududuna gelerek Erzincan ile Kemah’ı Mutahharten’in elinden almış ve kendisinin hakimiyetini tanıması şartıyla Erzincan’ı tekrar ona vermiş ise de, Kemah kalesini iade etmiyerek buraya muhafız koymuş; Mutahharten’in ailesini de rehine alarak Bursa’ya göndermiştir. Fakat Timur, Yıldırım Bayezid’e karşı harekete geçince Kemah’ı zaptederek yine eski sahibi Mutahharten’e verdi.

Kemah ve Erzincan civarı, bundan sonra, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın 1467’de Karakoyunlu devletini ortadan kaldırarak buraları hakimiyeti altına almasına kadar geçen devrede, birbirlerine rakib bu iki Türkmen topluluğu arasında sık sık el değiştirmiştir. Bunların birbirleriyle olan amansız mücadeleleri yüzünden başta Erzurum, Erzincan, Tercan ve Bayburd olmak üzere Doğu Anadolu’nun birçok şehir, köy ve kasabaları, büyük ölçüde tahribata uğramıştır. Bu bölgeler ancak Uzun Hasan (1453-1478) zamanında istikrar ve huzura kavuşabilmiştir. Fakat Uzun Hasan’ın ölümünden sonra Akkoyunlu devleti, uzun süren taht kavgaları yüzünden acze düşmüştür. İşte bu kargaşalıkların devam ettiği bir sırada birçok Türkmen boy ve uluslarını etrafına toplayarak Safevi devletini kuran Şah İsmail, 1500’de Azerbaycan, 1507’de Diyarbekir, nihayet 1508’de Bağdad’ı alıp Akkoyunlu Türkmen devletine son verdi. Bu arada bütün Akkoyunlu şehir ve kaleleri gibi çok müstahkem olduğu bilinen Kemah kalesi 1503’ten itibaren Safevilerin emrine girdi. Öyle anlaşılıyor ki, bu tarihten itibaren kale ve civarında bulunan Akkoyunlu Türkmenleri şuraya buraya veya Osmanlı ülkesine sığınmış, yerlerine Safevi taraftarı Türkmenler yerleştirilmiştir.

Yavuz Sultan Selim’in Kemah’a Gelişi ve Kalenin Fethi :  
24 Nisan 1512’de tahta çıktıktan sonra, kısa zamanda kardeşler meselesini halleden Yavuz Sultan Selim, sünni ulemadan aldığı fetvalar üzerine, Şah İsmail üzerine yapacağı sefer için geniş çapta bir hazırlığa girişmiş idi. Edirne’de toplanan Divan’da savaş kararı alan Selim, 23 Muharrem 920 (19 Mart 1514) günü buradan hareket edip 29 Martta İstanbul’a geldi. Burada da gereken hazırlıkları yaptıktan sonra İstanbul, Eskişehir, Konya ve Kayseri güzergahını takip eden Selim ve ordusu Sivas’a yaklaştığı sırada, Sinop beyi Karaca Paşa 500 kişilik bir kuvvetle Erzincan taraflarına gönderildi. Arkasından Sivas’ta 40.000 kişilik bir ihtiyat kuvveti bıraktıktan sonra, yola devamla 12 Temmuz 1514’de Çaysu kenarında İran hududuna varıldı.

Selim ve ordusu, Kemah’a tabi Gök-Seki konağına ulaşınca, Erzincan kethüdası buraya gelerek itaatini arzetti. Bunu müteakib Selim, sancakbeylerinden Faik Bey ile topçular kethüdasını Kemah kalesinin teftişine gönderdi. Bu sırada ordu, donanma ile Trabzon’a nakledilen zahirenin Erzincan’a vasıl olması için, bu civarda, bir haftadan fazla beklemek zorunda kaldı. Bu müddet zarfında Kemah ve Bayburd taraflarına akıncılar sevkedildi. Bu akınlar esnasında, Şah İsmail’in Tercan Beyi Emir Ahmed, bu sırada Osmanlı hizmetine girmiş olan Akkoyunlu beylerinden Ferruhşad Bey tarafından esir edilerek huzura getirildi. Bu suretle Erzincan ve Tercan bölgeleri kolaylıkla fethedilmiş oldu. Osmanlı ordusu, Tercan’da Mama-Hatun Kervansarayı civarındaki Eskidere (Eşkinci-Konağı) menziline varınca Yahya Bey’i Mustafa Bey ile Trabzon Sancakbeyi Mehmed Bey, Şah İsmail’in beylerinden Kara Maksud Sultani’nin müdafaa ettiği Bayburd kalesinin fethine gönderdiler.

Yoluna devam eden Selim ve ordusu, Çaldıran’da Şah İsmaili mağlup edip, ordusunu dağıttıktan sonra Tebriz-Kars ve Pasinler yolu ile Amasya’da kışlamak üzere geri döndü. Selim Erzurum civarındaki Titkir mevkiine geldiği sırada (15 Ekim 1514), daha 1507 senesinde sefer etmiş olduğu Bayburd’un Kiğı kalesi ile birlikte fethedildiği haberini aldı. Kaleleri zabdeden Emir-i ahur Bıyıklı Mehmed Paşa’ya, Erzincan-Bayburd eyaletini vererek Şarki-Karahisar, Canik ve Trabzon sancaklarını da vilayetine ilave etti ve kendisini serhad muhafazası ile görevlendirdi. Selim Amasya’ya çekilirken harekata ertesi sene devam etmek niyetiyle ordunun top ve cephanesinin Şarki-Karahisar kalesina bırakılmasını ve askerin Ankara’da kışlamasını emretmiştir.

Gerçekten harekata ertesi sene devam edilmiştir. Kemah kalesine sığınmış olan hasımlar, Erzincan’a hücum ile buradaki Akkoyyunlulardan (Bayındıriler) bazılarını şehid etmişlerdi. Bazı tecrübeli beyler, kışı Amasya’da geçirmekte olan Selim’e “Kemah kalesi düşmanın elinde bulunduğu müddetçe Bayburd, Erzincan Kiğı’da emniyeti sağlamanın mümkün olamıyacağını” söylediler. Bunun üzerine padişah, Mehmed Bin Varsak tarafından müdafaa edilen Kemah kalesinin fethini Bıyıklı Mehmed Paşa’ya emretti. Bu emir üzerine Bıyıklı Mehmed Paşa, Kemah kalesini muhasara etti ise de, pek müstahkem olan kale, fethedilememiştir.

19 Nisan 1515 (5 Rebiyülevvelin 921) tarihinde Amasya’dan hareket etmiş olan Yavuz, Sivas-Merzifon üzerinden Kemah’a yönelir. Amasya’dan Kemah’a kadar bir ay zarfında gidilmiş, bu ara yolda bazı takviye kuvvet ve harp araçları (Tokat’dan getirilen toplar) katılmıştır. Osmanlı ordusunun bu ağır gidişinde, Şah İsmail ile ittifak eden Dulkadiroğlu Alaüddevle’nin Memlük güçlerinin ani bir hücumunun olabileceği düşüncesi etkili olmuştur. Ancak, ihtimal olan böyle bir saldırıyla karşılaşılmamış, sadece Karacabey mevkiine gelindiğinde Memlük hükümdarı kansu Gavri’nin elçisi Kayseri ve Bozakla ilgili bir “Name” göndermiş, o da sert bir cevap ile karşılamıştır.

14 Mayıs 1515 günü Kemah’a tabi Çıt hanı konağına gelen Yavuz, ertesi Rebiyülahar’ın ilk gününde Ağarmi yurudu konağına, 16 Mayıs Çarşamba günü Yoğun Pelid’e, 17 Mayıs Perşembe günü Gördeneç’e ve 18 Mayıs Cuma günü ise Elmalı yurdu konağına varır.

19 Mayıs Cumartesi: Bugün Yavuz’un emrindeki kuvvetler Kemah Kalesi önüne gelmişler ve aynı gün içerisinde kale, uygun yerlerden çevrilip güçlü bir top ateşine tutulmuştur. Daha sonra ikindiye doğru kaleye Osmanlı askerleri çıkmaya muvaffak olup, sancak çekilmiştir. Kale kumandanı Varsak Mehmed 300 adamıyla sonuna kadar direnmiştir. Nihayet akşam vakti olduğu saatlerde karşı koyacak hiçbir asker kalmamış, kaledeki diğer çocuk, kadın ve ihtiyarlar esir edilmişlerdir. Kalenin fethinden sonra askerlere yaptıkları işler sayesinde terfi ve ihsan dağıtımı olmuştur.

Zaferi müteakip ertesi günü, kaleye teşrif eden Yavuz Sultan Selim, etrafı seyr-ü temaşa edip, görülücek yerleri dolaşmış. 27 Mayıs’a kadar 8 gün burada kalıp, kaleyi tamir ettirdikten başka, bir de burç ilave ettirmiştir. (Kale girişinin üst tarafında inşa edilen bu burç, bugün bile, kalenin ayakta kalan en sağlam burcudur.).

Böylece ”fethi, selatin-i izamdan kimseye müyesser olmamış“ olan Kemah Kalesi Yavuz Sultan Selim tarafından zabtedilerek Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmış oldu. 27 Mayıs günü kalenin içine muhafızlar koyup, Kemah’ı müstakil bir sancak olarak Karaçinoğlu Ahmed Bey’in idaresine bırakıp Kemah’dan ayrılmıştır.

KEMAH FETİHNAMESİ

[Yavuz Sultan SELİM HAN’ın Kemah Kalesi’i fethettikten sonra, bu fetihle ilgili olarak Ferhad HAN’a yazdığı Namedir. Cemaziyelevvel Ortası-921]:

“Bilinmiş olsun ki, bu bahar 5 Rebiyülahar 920 Salı günü, Kemah üzerine yürüdüm. Her ne kadar kelenin eni boyu derin ve geniş, istihkamları kuvvetli ise de bunlara bakmayıp; toplarım ve yeniçerilerim ile yıldırım yağdırır gibi mermi yağdırdım, içindeki küffar kıyamet alameti sanıp serseme döndüler. Kale üzerine çıkıp İslam Sancağını diktirdim. Kötülerin başlarını kestirip kaleyi İslam ahali ile doldurdum. Ahirde Sivas’a avdet eyledim. İstanbul’a döneceğimi bildirmek üzere kullarımdan Mehmed Bey’i size gönderdim. Huzurunuza varınca bu fetihnameyi bütün vilayetinizde okutup şenlik yaptırınız.

Devletime dua ettirip padişahlık merasimlerini yerine getiriniz. 29 Cemaziyelevvel ortası-Şehr-i Kayseri.”


Kemah Kalesinin Fethi İçin Söylenmiştir
 
 
Tüfenk dumanından bulut olmuştu gökte
Kötülükte azanın indi taş ensesine
Küffar her yakadan başını çekti içe
Çünkü boğulayazdı o kan denizinde
Yedi muştayı bir anda parlak kılıçtan
Kalmadı kalede tek kişi küffardan.

Komağa alem içre nam’ü nişan
Arka bir eyleyüp cemi-i sipah
Oldu tekbir-i gaziyan tarih
Aldı hısn-ı Kemah’ı ya Allah”

Evliya Çelebi’nin Kalemi’yle Kemah ve Kalesi:

(Zilkade ayının ortası-1057) 1641 de Kemah’a gelen ve 4 gün kalan Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Kemah’ı şöyle anlatır.Seyahatname 1-2.cilt,670.sayfa)

Ketür köyünden hareketle, Fırat kıyısını takiben mamur yerler içinde dokuz saat giderek, Şirim köyüne geldik. Kemah hududundadır. Buradan yine güneye hareketle, Fırat nehrini takiben yedi saat yol alarak Emin köyünde konakladık. Bu da Kemah hududunda olup, tuzla emininin hasıdır. Buradan yine Fırat’ı takip ederek Kemah kalesine geldik.
 
Kaynak : kemah.gov.tr
Üstteki Görsel: Wikipedi
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder