27 Mayıs 2013 Pazartesi

Munzur Eteğinden Notlar 2 - Planetimiz üzerindeki bir köyden


"Munzur eteğinden notlar" yazı dizisi;

Usta gazeteci Ahmet TAN'ın 1988 Ağustos ayında Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde yayınlanmıştır. Kendisi de aslen Kemah'lı olan Ahmet TAN 'ın bilinen nükteli ve edebi üslubuyla bir solukta okunan yazı dizisini; bazen gülerek, bazende hüzünlenerek okuyacaksınız. Ve Kemah'ta kederlenip; "Yedi renk üstüne hareli dumanlı başı göklere yükselen" munzurlarda yüreğinizi serinleteceksiniz...

Kemahkalesi.com




İçinizdeki kelebek, seherin erguvan aydınlığında çiğ yağmış sümbüller üzerinde bale yapıyor gibi.
Yüreğiniz pır pır...

Büyük şehrin narkozlu yaşamında pelteteşen kelebeğiniz yeniden canlanıyor. Pırpırlar onun müjdecisi.

Bu yeniden doğuşu kutlamak için beşduyunuz dört nala.
Birden gözlerinizin önünden altın sarısı saçları gülücükler içindeki yüzü ve uçuşan atkısı ile Küçük Prens beliriyor.Aşağılarda ovaya yakın düzlüklerde akan dereleri yüceleri bulutlara gömülü karlı dağları işaret ediyor:— Burası dünya, diyor, Dünya adlı planet.Yani yeryüzü...Bir planette yaşadığınızı belki de ilk kez fark ediyorsunuz. Yeryüzünün görkemine böylesine elle tutulur, gözle görülür biçimde tanık olabileceğiniz aklınızdan geçmemiş daha önce.Yeryüzünün genişliğini hep gökyüzüne bakarak anlamaya çalışmışsınız. Oysa gökyuzünün büyüleyici enginliği çok ayrı. Yeryüzünün görkemi dokunulabilirliğinde, beşduyuya birden seslenişinde.Munzur dağlarının eteklerinde yükselmeye çalışıyoruz. Cipin yorgun homurtuları ağustos böceklerinin çılgın cızırtılarına karışıyor.Kıvrıla büküle karlı dağlara doğru uzayan keçi patikalarına dozerlerin makyajı ile yol süsü verilmiş.Ama Allahın dağı ve dağ başısı için bu süs yine de büyük nimet.Üzerinde yükseldiğiniz öylesine geniş bir vadi ki, yeryuvarlağının tümü ayaklarınızın altında sanırsınız.Gözleriniz ufuk görme bayramı yapıyor. Ufuk çizgisi onbinlerce biçime girmiş, her dakika değişerek çevrenizi sarmalıyor. Şehirde kullanamadığınız ya da ancak başımızı havaya dikince kullanabildiğiniz gözleriniz mutlu. Siz de mutlusunuz.Uzaklarda yükselip alçalan minik dağların arkasını merak etmenize hiç gerek yok. Dağların arkaları da gün gibi ortada.

Erzincan için söylenen "etrafı dağlık ortası bağlık" sözü geçiyor aklımızdan. Bitip tükenmeyen dağların bitip tükenmeyen türküleri, şarkıları, şiirleri, koçaklamaları ve atasözleri geçiyor aklınızdan.
"Yedi renk üstüne hareli dumanlı başı göklere yükseten" dağlar..Ve bu dağların orasına burasına yapışmış avuç içi kadar yeşillik ve toprak dam vahaları. Bunlar dağ köyleri. Herbirisi 15-20 hanelik ya da daha büyükçe dağ köyleri.Derebaşı da bunlardan birisi.
Türkiye'de ne kadar çok derebaşı köyü var kimbilir.

Herhalde ne kadar dere varsa o kadar

 

Planetimiz üzerindeki bir köyden
Derebaşlılar bin yıldır karanlıkta imişler. Elektriğe ancak geçen yıl kavuşabilmişler. Adına rağmen doğru dürüst içme suyu yokmuş Derebaşı’nda. İçme suyuna ise ancak yakın tarihlerde ağızları değmiş. Yol, su, elektrik devrimi çok şey değiştirmemiş. En azından köylülerin kafalarını...DEREBAŞI
“Vakti zamanında 50 hanelik köymüş.” Ama çok partili yaşamla mı, yoksa Demokrat Parti iktidarı ile mi başlayan kente akınla sekiz-on haneye inmiş.

Muhtar Baki Göktürk:

— Ama, diyor, Türkiye’nin idari taksimatında köyümüz mahalle diye geçiyor. Erzincan ilinin Kemah ilçesinin 62 köyünden biri değil de, 10 mahallesinden biri.

“Derebaşı mahallesi” ile ilçe arasındaki ulaşım bir kaç yıl öncesine kadar yokmuş.

Mahalleliler, Fırat kenarındaki Kemah’a derelerinin açtığı yataktan hayvan sırtında ya da yürüyerek ulaşıyorlarmış.

Derebaşılılar bin yıldır karanlıkta imişler. Elektriğe ancak geçen yıl kavuşabilmişler. Adına rağmen doğru dürüst içme suları yokmuş Derebaşı’nda. İçme suyuna ise ancak yakın tarihlerde ağızları değmiş.

Yol, su, elektrik devrimi çok şey değiştirmemiş. En azından köylülerin kafalarını...

Muhtar Göktürk :
— Elektrik olmuş, cebinde paran yoksa düğmesini çeviremiysin ki..

— Para önceden var mıydı?

Ellerini iki yana açıyor : Helbet vardı.. Ben gündelikçi amele ustalığı da yapıyrım.. Eskiden aldığım iki-üçbinlar yevmiye ile, şehere gidiydim. Heybenin iki gözünü de tıka basa doldırıydim. Tütünü, şekeri, basması, gazı, tuzu, şekeri herşey alıydım.

— Ne kadar eskiden?
— Bunlar iktidara gelmeden önce..
— ANAP mı?
— He yaa..
— ANAP'a oy vermediniz mi?
— Verdik. Ben de ANAP'lıyım. Biz anadan babadan Demirkıratız aslında. Ama böyle olmazdı ki.. Bu pahalılık bu dağın dibinde, drenin dibinde bizi bile yahiy gardaş.. Allah şeherde gasabadakine acısın.. O sırada lafa ihtiyar heyetinden Süleyman Göktürk karışıyor:
— Bu hökümet gidicidir.
— Nereden biliyorsunuz?
— Değel mi ki, bu kâğıdı bize para ile satıyi.. Bir koyundan iki post çıkarıyi Bu hükümeti demir kazık eylimez..
— Hangi kâğıdı? Cebinden tütün tabakasını çıkarıyor. Açıp içinden sigara kâğıtlarını gösteriyor:
— Ahan bunları.. Biz kalktık yetiştik. Babamız da, dedemiz de öyle. Tütünü paketinin içinde kâğıdı da olurdu. Bu Reci zamanından beri böyleydi. Tütüne zam üstüne zam ettiği yetmiyi gibi tuttu içindeki kâğıdı çıkarttı Onu da para ile satıyi..
— Ne zaman oldu bu?
— Aha bu yakında. Şimdi tütünü alıysin. Bakkal diyiyki kâğıt yok. Bittı.. Hadi elde tütün araki cigara kâğıdı bulasın.. Bu hökümatın yaptığına buralarda, yılan kırhmak denir.
— Yani yılanı tıraş etmek, tüylerini kesmek mi?
— He yaa.
— Yılan tıraş edilir mi?
— Edilmez ama adam ediyi.. Etmese bile ettim diye kabul ettiriyi..
— Buralara hiç milletvekili falan gelmez mi?
—Tövbe.. Bizi adam yerine gomiyler ki. Derebaşı'nda rey yoh ki. Adam bu derelerin içinden yürüyerek dağlan aşarak niye gele ki?— Kaç hanesiniz?
— Var yedi-sekiz.
— Yani 50 nüfus.
— He ya.. Belki daha az.. Yani kışa yaza göre değişir.. Gurbetçiler var.. Onlar gelir giderler.. Nüfusun hepisi İstanbul'a göçti. Bu derenin dibinde ehmeği kendimiz yapıyriz.
Bunun için buğdayı kendimiz ekiyiz. Tarlayı kendimiz sürüyiz. Peyniri biz yapıyriz. Bulguru, erişteyi biz yapıyriz. Davarın, hayvanın kışlık yemini dağdan, bayırdan yazdan biçip biz yapıyriz. Kış yakacağını tezekden, çalıdan, çırpıdan biz hazırlıyiriz.İstanbul rahat.. Ekmek istersen gidip fırının önüne dikiliysin. Kışın üşüyünce sobanı yakıysin. Kömür odun kapında. Çeşmeni çeviriysin evinde suyun akıyi..Adam daha buralarda niye bekliye ki?..
— Ama İstanbul da ateş pahası..
— Yok canım.. Burada da her şey aynı. Domates beşyüze.. Hıyar da öyle.. Ne alırsan her yerde aynı. Köy-şeher farkını bu hökümat kaldırdı.
— Kiralar..
— Nasıl olsa başını sokacak bir kondu buliysin.. Bu köy işi bitti artık.

Derebaşı'nda öteki köylere göre güneş çok erken batıyor. Çünkü köy iki büyük tepenin arasında minare boyu kavakların ortasında. Köyün 30 kadar ineği, danası köyün dışındaki çayırlarda otlamış, ahırlarına dönüyor. Birazdan plastik kovalara sütleri sağılacak. Bin yıldan bu yana sürdürülen usullerle yoğurt, peynir, tereyağı, kuru kaymak, çökelek yapılacak. Derebaşı'nın İlkokulu yok. Öğrenci az diye önceki yıl kapıya kilit asılmış. Öğrenciler şimdi, bir saat yürüme uzaklığındaki ilçenin bölge okulunda yatılı okuyorlar. Bundan köylü hoşnut değil. Ama sekiz on çocuğa bir öğretmen verilemez ki. Ülkemiz henüz o kadar zengin değil. Derebaşı'nı erken gelen akşamı ile başbaşa bırakarak Munzur'un uçsuz bucaksız eteklerinde bir başka köye yöneliyorsunuz.
 
 
 
BU REFERANDUMA NE DİYORSUNUZ?
— Ne oliyi annamaduk ki... Niye oliyi annamaduk ki... Buralara gazata mazata gelmez.
Televizyon geçen sene geldi. Ama kutuları geldi. Sesi çıkıyi... Camın üstünde kumlar gayniyi.
Heeç bir şey görünmiyi... Radyo gibi dinliyiz. Siyasiler birbirlerine bir şeyler diyi. Özal, Demirel'e çatıyi. İnönü, Özal'a çatıyi. Ama bu rafadon mu kafadom mu ne ise niye oliy, aslını bilmiyiz...
 

Ahmet TAN 26 Ağustos 1988, Cumhuriyet
 
Yayına Hazırlayan: Abdullah Bozdemir - Kemahkalesi.com

Sonraki Yazı : Postu... Herdif... Vaslı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder