19 Ağustos 2013 Pazartesi

Dağlar Arkasında “Öğretmen Olmak” / Sema UĞURCAN



40 yıl önce Kemah'ın Atma ve Karadağ köylerinde Öğretmen olmak…

Sema UĞURCAN Öğretmenin 1972 yılında mesleğine başladığı ilk görev yeri olan Kemah'ın Atma ve daha sonraki görev yeri olan Karadağ Köylerinde yaşamış olduğu duygu dolu Öğretmenlik anılarını sizlerle paylaşıyoruz.
 
Daha önce çeşitli web sitelerinde yayınlanan bu anılardan o kadar çok çıkarılacak mesleki ve hayat dersi var ki; bunları ne kadar fazla kişiye ulaştırabilirsek kendimizi o kadar bahtiyar sayarız. Değerli Öğretmenimize de bir nebze olsun şükranlarımızı ve minnettarlığımızı ifade etme fırsatını yakalamış oluruz.  İşte bu duygularla bu anıları siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz.

Sema Öğretmenin anılarını okurken aslında 40 yıl öncesinin Anadolu’sunu okuyoruz. Görüntüler siyah-beyaz film şeridi gibi gözümüzün önünden akıp gidiyor. Fonda bir Anadolu türküsü, elde var hüzün, duvarda üzerlikten nazarlık, tarlada başak, harmanda sarı buğday. Çocukların ayağında kara lastik, memleket dağların ardında mahsun, gurbet her daim yürekte kor. Fırat boylarından salınıp giden doğu ekspresini seyreden yorgun ama umutlu yürekler; yayla zamanı, kuşluk vakti hayvanların peşinden gitmekten yorulmuş, tarlada anaların yanında kavrulmuş küçük ve ürkek bedenlerin okul günleri. Kara kışta kar altında kalmış yaşamın çıra sıcaklığı, hastanın çilesi, ustanın güz yorgunluğu. Kara demlikte çay, lüks ışığında hikaye zamanı. Tandırlarda anaların ekmek bereketi, babaların kara sabanla çift sürme vakti. Sağlık memurunun aşı, öğretmenin karne zamanı. Cuma’nın insan bereketi; sazın divanı, Ustanın sözü :

Beşikler vermişim Nuh'a / Salıncaklar, hamaklar, / Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır, / Anadoluyum ben, / Tanıyor musun?

Utanırım, / Utanırım fukaralıktan, /  Ele, güne karşı çıplak... / Üşür fidelerim, / Harmanım kesat. / Kardeşliğin, çalışmanın, / Beraberliğin, / Atom güllerinin katmer açtığı, / Şairlerin, bilginlerin dünyalarında, / Kalmışım bir başıma, / Bir başıma ve uzak. / Biliyor musun?

Sema Öğretmenin Atma ve Karadağ Köyü anılarında Öğretmenliğin bütün imkansızlıklara ve zorluklara rağmen nasıl bir fedakarlık ve insan sevgisiyle yapılabildiğini okuyacak, duygu dolu satırları tüketirken, içinizdeki insanı! ve Anadolu’yu! çoğaltacaksınız.
Değerli Sema Uğurcan Öğretmenimize bu kıymetli anılarını paylaştığı için çok teşekkür eder, bugüne kadar Kemah, Erzincan ve İstanbul'daki Öğretmenliğinde ve son olarakta Zihinsel Engelli ve Otistik Çocuklar eğitimlerindeki fedakarlıkları, öğrettikleri ve bundan sonrada öğretecekleri için bir kez daha şükranlarımızı sunarız.
 

Abdullah Bozdemir
Kemahkalesi.com

 

 
Dağlar Arkasında “Öğretmen Olmak” / Sema UĞURCAN

Ben SEMA UĞURCAN, 1971–72 öğretim yılı Elazığ Kız ilköğretim okulu mezunuyum. İlk tayin yerim Erzincan ili Kemah kazası ATMA köyü idi. Kurada bu köy bana çıkınca müfettişler ve müdürlerin yüz ifadelerinden iyi bir yer olmadığını tahmin etmiştim zaten. Önce Kemah ilçe milli eğitim müdürlüğüne göreve başlamak üzere gittiğimde milli eğitim müdürü Sayın Arif Tekin çok şanssız olduğumu söylemişti. O köyden olan Celal Beyi yanımıza verdi sizi köye götürecek. Köye bakarsın kalmak istersen kalırsın kalmak istemezsen dönersin demişti. Trenden indikten sonra beş saat yürüyeceğimi ve patika yol olacağını hiç tahmin edememiştim, yarım saat yürüyeceğimi zannediyordum. Trenden inince istasyon aradım ama öyle bir şey yoktu, Fırat’ın kenarında indik hani okul neresi diye sorduğumda yanımızdaki bey yürümemiz gerek şu tepenin arkasında dedi ve yola koyulduk. Her tepenin arkasına çıktığımızda şu tepeyi de dönelim orda diyordu Artık üç saatin sonunda ayaklarımızda derman kalmamıştı ne geri dönebiliyoruz (çünkü yirmi dört saatte bir tren geçiyormuş) ne ileri gidebiliyordum önümüz çok yokuş ve dikti. Neyse beş saatten fazla bir zamanda köye varabildik (benim yürümemle beş saat köyde yaşayanlar alışkın olduğu için daha çabuk gidiyorlarmış.) ve muhtarın evine gittiğimizde akşam yanımıza birkaç bey geldi hepsi çok yaşlıydı. Bütün erkekler dört veya beş kişiymiş. Diğerleri İstanbul’da çalışıyorlarmış. Sabah okulu görmek istediğimde köyün üst tarafında yıkık dökük bir binayı gördüm. Ortada bir soba ve direkler vardı. Ben o arada yolda gelirken çektiğim beş saatlik sıkıntıyı unutup özene bezene hazırladığım tarih şeridi mevsim şeridi ve grafiklerimi nereye asabilirim düşünüyordum. Beş sınıfı aynı anda okutacaktım bu iş nasıl olacaktı kafamda bunları tasarlıyordum ki babamım sözleriyle irkildim. Kızım ben seni buralarda bırakmam ben senin yatılı okul borcunu öderim dönüyoruz dedi ama ben orda kalmaktan başka bir şey düşünmüyordum. Öğretmenlik yapmak için okumuştum oradaki çocukları kim okutacaktı?

Kalıyorum babacığım dedim ve ev ayarlamaya başladık bir ev bulduk. Köydeki çocukları ve annelerini merak ediyordum ama yanıma gelen kimse yoktu beni gören çocuk kaçıyordu. Bir çocuğu yakalayarak beni annene götür dedim çocuk bir yere götürdü bütün kadınlar tandır ekmeği pişirmek için bir yerde toplanmışlar hamur açıyorlardı. Kolay gelsin diyerek yanlarına gittim ben de size yardım edeyim dedim başladım hamurları dizmeye. Neden benim yanıma gelmiyorsunuz ben sizin çocuklarınızı okutmaya geldim bir hoş geldin demenizi bekledim dedim. Bayan öğretmen hiç görmedikleri için çok tuhaflarına gidiyordu. Neyse çok uzatmadan yazayım tekrar Erzincan’a dönüp eşya getirecektik. Gününü kararlaştırıp köyden ayrıldık üç saatte trene indik temelli dönüşte köylüler at ve eşek getireceklerdi köye hayvanlara binip çıkacaktık ama ben çok zor duruyordum atın üstünde. Çünkü köy hayatını bilmem şehirde büyümüştüm. Tam yarı yola geldiğimizde öyle kuvvetli bir rüzgâr çıktı ki beni atın üstünden yere fırlattı ve at kaçtı çantam içinde kalemlerim v.s hepsi gitti. Ben 17 yaşımda 42 kg. ağırlığındaydım. Bizi köye götürmek için gelenler bana gülerek bu kadar zayıf olmasaydınız rüzgâr sizi aşağıya atmazdı demişlerdi. Belim ve boynum çok ağrıdı ama yapacak fazla bir şeyde yoktu. Düşme sonucu o köyden ayrıldıktan sonra belim ve boynum sakatlandı. Belimden iki defa bel fıtığı ameliyatı geçirdim. Köyde daha sonraki aylarda çok hastalandım çünkü müdürlük görevi de bende olduğundan ayda bir yazışmalar ve toplantı için Kemah’ a çağırıyorlardı gitmek mecburiydi. Gecenin iki buçuğunda köylülerden birini yanıma alarak trene binmek için yürüyorduk. Sabah beşte tren geçiyordu tam istasyon olmadığı için okuldan bayrak alıyordum yanıma birde el feneri, kırmızı ışığı görünce biraz yavaşlıyordu ve trenciler beni çekip trene alıyordu. Fırat kenarında 24 saat (tren tehir yaptığı için gelmemişti) beklediğim olmuştu ters yönden gelen trene binerek yarım saat ilerde Güllübağ istasyonuna gider orda beklerdim. Hatta tilki sancısının ne olduğunu orda öğrendim .

Düşünebiliyor musunuz gece karanlıkta Fırat kenarında bir hayvan acayip sesler çıkarıyor ama ne olduğunu bilmeden korku içinde tren bekliyorum sığınacak bir yer yok. Çakşur durağı diye bir yer. Eriç ve Güllübağ arasında. Ama kar yağdığında artık yollar kapalı olduğu için Kemah’a ve Erzincan’a gidemiyordum. Kar belime kadar çıkıyordu. Ayaklarımda cizlavit denilen kara lastikler ve köyden bana ördükleri yün çoraplar kardan ıslanınca buz tutuyordu, trene binince buz çözülür ayaklarım sular içinde kalırdı trenin radyotöründe kuruturdum. Kışın tam ortasında ateşler içinde on gün yattım ve bir böbreğimi kaybettim alındı. Bütün bu zorluklara rağmen köyden çok memnundum yol yok, evlerde su yok, elektrik yok, konuşacak bir meslektaşım ebe hemşire hiç kimse yok. Ama her akşam evim köydeki genç kızlar hanımlardan dolup taşıyordu. Benim evimin biraz yukarısı kom denilen ağıllardı. Kızlar koyunları sağmak için oraya gitmeden ve dönerken bana uğrayıp süt bırakıp evlerine öyle dönüyorlardı bana çok iyi bakıyorlardı. O köyde para geçmezdi para var ama nerden ne alacaksın ki yumurta lazım olunca çocuklar bugün tahta boyanacak dediğimde kırk tane yumurta geliyordu. Tandır ekmeği tulum peyniri bal bana ne yedireceklerini bilmiyorlardı. Bütün köyle içli dışlı olmuştum akşam çocukları gruplara ayırmıştım fener elimde kapı kapı gezip kontrol ediyordum. Hiç unutamadığım o kadar hatıram var ki. Hangisini yazayım.

23 Nisan ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlarken öğrencim Fadlı nın babasının bacağını domuzun parçalaması, sedye yaparak o kan kaybıyla saatlerce yoldan sonra Erzincan’ a ulaştırmamızı hiç unutmuyorum. Başka bir gün öğlen yemeğinde öğrencimin birisi babasının av tüfeği ile teyzesinin çocuğu İbrahim Akbudak’ı vurması aynı şekilde onu da sedyeyle hastaneye altı saatten sonra kavuşturduk ve kurtardık. Bir gün sabah okula gittiğimde okulun bacasının çökmüş olduğunu gördük ve başladık bahçede bağdaş kurup ders yapmaya. Müfettişler 27 Nisanda teftiş için köye geldiklerinde niçin dışarıda ders yaptığımızı sorduğunda sınıfı gösterdim görünce şaşırıp burada sen nasıl kalıyorsun demişlerdi. Zaten köye gelirken yolun kayan bir bölümü vardı oradan aşağı yuvarlanmışlar ve çok zorluklara köye gelmişlerdi.

Ben oradan geçerken katırın kuyruğundan bezle tutarak geçiyordum. Yazmakla bitmez benim hatıralarım. Gelen müfettişler teklif raporu vererek bir bayan burada öğretmenlik yapamaz dediler ve beni o köyden alarak yine Kemah’ın başka bir köyü olan Karadağ köyüne verdiler. 36 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra ATMA ’da okuttuğum öğrencilerimi buldum köylerinin sitesine yazarak onlara ulaştım. Şimdi onlarla yazışıyoruz okuttuğum öğrencilerimin iyi yerlerde olduğunu duymak bana mutluluk verdi. O dağların arkasındaki o ücra köyden doktor olan çocuklarım olmuş. İkinci görev yerim olan Kemah’ın KARADAĞ köyünden de çok memnundum. İki yılda orda kaldım. O köydeki anılarımızda çok yazmakla bitmez. Karadağ’ın yolu Atmaya göre daha iyiydi. Bizi köye Şenol Bey (Akkılıç) jeeple götürüp getiriyordu bazen da Acemoğlu Köprü’süne kadar atlara biniyorduk.

Kemahlılar çok mükemmel insanlar misafirperver, yardımsever ve sıcakkanlılar. Eşim de Kemah’ın Cevizlik Köyünden. Kızım SEVDA ve oğlum SEDAT’ a bu anılarımı anlatarak öğretmenliğin çok kutsal bir meslek olduğunu yeniden dünyaya gelsem yine öğretmen olurdum diyorum. Öğretmenliğimin son 10 yılını zihinsel özürlü ve otistik çocukların eğitimiyle geçirdim onlarla da çok mutluyum severek yapıyorum bu işi. Sevgi her şeyin üstesinden gelir. Öğretmen olunmaz öğretmen doğulur. Günümüzde toplumun en önünde yer aldığı ifade edilen öğretmen, bugün gerçekten toplumun önünde midir?

Öğretmen için en inandırıcı değer, öğrencinin öğretmenine verdiği değerdir. Çünkü onların sevgisi saygısı çok samimi ve sıcaktır. Bunun dışındakiler genel olarak söylemden öteye gitmemektedir. 24 Kasımda göklere çıkarılan öğretmen daha sonra unutulmaktadır. Aslında öğretmenin ve öğretmenliğin sorunları giderilmeden eğitimin sorunları giderilemez. İsterim ki bu ülke öğretmeni 24 Kasımları buruk geçirmesin, daima toplumun en önünde, devletin ve milletin baş tacı olsun. Genç meslektaşlarıma başarılar diliyorum.


Sevgi ve saygılarımla.
Sema UĞURCAN
 
 
Kemahkalesi.com

 Sema Öğretmenin anısında adı geçen Güllübağ ve Eriç İstasyonları arası,
(Doğu Ekspresi ile Kemah'a Yolculuk Belgeselinden)


 
"Karadağ Köyü, Kardelenlerim" Anısını okumak için tıklayın !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder